5 Şubat 2009 Perşembe

İRANDAKİ İSLAMİ BANKACILIKTA DENETİM


İRANDAKİ İSLAMİ BANKACILIKTA DENETİM



MARMARA ÜNİVERSİTESİ


BANKACILIK VE SİGORTACILIK ENSTİTÜSÜ

DOKTORA SINIFI


BANKALARDA DENETİM DERSİ




Akbar Safdari

İSLAMİ (FAİZSİZ) BANKACILIK

Geçmişi M.Ö. 2123-2081 yılları arasında hüküm süren Babil kralı Hammurabi'ye kadar uzanan faizsiz bankacılığın, çağdaş metotlarla hayata geçirilmesinde, 20. yüzyılda İslam ülkelerinde başlayan sanayileşme ivmelerinin ve 70'li yıllarda petrol fiyatlarının ani artışının etkisi olmuştur. 1975 yılında, Müslüman ülkelerin kamusal projelerinin finansman sorunlarını çözmek amacıyla, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkeler tarafından Cidde'de "İslam Kalkınma Bankası" (İKB) kurulmuştur. İKB'nin ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalması, özel sektör projelerine destek vermemesi gibi nedenlerle Suudi Arabistan, Kuveyt, B.A.E. gibi ülkelerin örgütlenmeleriyle İsviçre'de 1981 yılında "Dar Al Maar Al Islâmi" isimli holding kurulmuştur. Diğer Müslüman ülkelerde de faizsiz bankacılık hızla yaygınlaşmış ve Malezya gibi ülkelerin ekonomik sıçramalarına çok büyük katkıları olmuştur. Bankaya hissedar olan üye ülkelerin sayısı 53'e ulaşmıştır. Bugün, 200 milyar Dolardan fazla miktarda para İslâmi esaslara göre, "Faizsiz Bankacılık" yapan İslâmi Finans Kuruluşları'nca (İFK) yönetilmektedir.
DÜNYADA FAİZSİZ BANKACILIĞIN GELİŞİMİ
Bir finansman müessesesi olarak "Faizsiz Bankacılık" ın dünyada ilk uygulaması Mısır Arap Cumhuriyeti'ndeki Mit Gamr kasabasında yaşanmıştır. Eski devlet başkanı Cemal Abdül Nasır döneminde bütün bankaların devletleştirilmesi akımına karşı alternatif olarak geliştirilen bir deneme sonucunda ortaya çıkmıştır. Mısır köylüsünün (fellah) tarımsal ve ticari ihtiyaçlarını karşılayan ve bunu yaparken "müteselsil kefalet" (tekeffül) felsefesine dayanan, daha çok "venture-capital" (risk sermayesi) ile "para vakfı" karışımı özgün bir modelde çalışan bu kuruluşa "banka" sıfatının verilmesi bugün akademik bir tartışma konusu olmaktadır. Model, hem bankacılığı, hem ticari ortaklığı (kâr ve zarar ortaklığı), hem tekafülü (sigorta) hem "barter" (takas), "icar" (leasing), factoring, vb. alt finansman metotlarını bir arada ve aynı çatı altında, aynı zamanda hayata geçirmiş kendine özgü bir modeldir.
Köy Sandığı kavramına yakın bir metotla faaliyet gösterdiği bilinen bu bankanın fikir babası merhum Dr. Ahmed El-Naggar'dır. Aynı zamanda bankanın hissedarı ve ilk idari personeli arasında bulunan söz konusu Mısırlı eski dışişleri bakanlığı memurunun iktisat geçmişi incelendiğinde, Alman ekonomi tarihinde (Prusya döneminde) görülen "toplumsal kalkınma bankacılığı"na benzer prensiplerden etkilenmiş olduğu ve bunu, çağındaki ve coğrafyasındaki İslâmi ekonomik ve kültürel öğelerle birleştirmeye çalıştığı dikkati çeker. Öte yandan, İngiliz hakimiyeti dönemindeki Hindistan'ın Müslüman bölgelerinde (bugünkü Pakistan vb.) görülen bazı "kooperatif bankacılık" uygulamalarının da dünyadaki ilk faizsiz finansman örnekleri arasında sayılması doğru olur. Gelişimi Münferit uygulamalar şeklinde birçok Müslüman toplumda yüzyılımızın başlarından itibaren filizlenmeye başlayan bu hareketin bilinçli, organize ve çağdaş metotlarla hayata geçirilmesi fikri ilk kez merhum Suud kralı Faysal döneminde ortaya çıkmıştır.
Kalkınma sürecinin başındaki tüm ülkelerin kendisine yönelen taleplerini karşılamakta zorlanan Amerika Birleşik Devletleri bu gelişimin İslâm ülkeleri arasında bir an önce örgütlenerek büyük çaplı bir oto-finansman kaynağı oluşturmasını tercih etmiş ve Dünya Bankası (IBRD) modelinde çalışacak birkaç büyük bölgesel banka kurdurarak bu yükün paylaşılmasına önayak olmuştur. Bu amaçla Asya ve Afrika kalkınma bankalarının kuruluşuna paralel olarak Cidde'de kurulan (1975) İslam Kalkınma Bankası'nın gerçekten de İslam ülkelerindeki kamusal projelere yaptığı mali katkılar çok önemli boyutlarda olmuş, fakat ihtiyacı karşılamakta yeterli olmamıştır. Özel sektör projelerine finansman veremeyen İKB' nin bıraktığı boşluğu doldurmak üzere bazı Suudi, Kuveytli, Birleşik Arap Emiri vb. zengin Müslümanların örgütlenmeleri sonucunda 1981'de oluşan "Dar Al-Maal Al-İslâmi" adlı holding, petrol zenginliğini ülkesine çekmeyi düşünen İsviçre'nin Cenevre kentinde kurularak faaliyete geçmiştir. Bunun verdiği cesaret ve know-how birikimi üzerine "Dallah Baraka Gurubu" ve diğer bazı guruplaşmalar sonucunda orta doğudaki Müslüman ülkelerde faizsiz finansman sistemi hızla yaygınlaşmıştır. Uzakdoğu da (Malezya vb.) ülkenin yönetiminde söz sahibi zengin Müslümanların kurduğu banka ve finansman kurumları, Japon kültür ve teknolojisinin imkânları ile birleşince bölgenin büyük bir ekonomik sıçrama yapmasında lokomotif rolü oynamıştır.
Şimdiki durumu halen dünyada 135 müessese "faizsiz" finansman kuruluşu niteliğinde çalışmakta ve yaklaşık 150 Milyar Dolar'dan fazla bir kaynağı işlemektedir. Her yıl yayınlanan istatistik verilerinden anlaşıldığı üzere dünyada en büyük 1000 banka arasında yer alan bankalardan 89 adedi halen İslam ülkelerinde kurulmuş olan ve faizsiz sistemde faaliyet gösteren finansman kurumlarıdır. Dünyanın en büyük bankaları (Örn: Citibank) bu sisteme yakın ilgi duymakta olduklarını ifade ederek bu gelişmenin içinde yer almaya gayret göstermektedirler. Bu ilgi, fiilen bu sistemde çalışan özel bankalar kurmak ve şubeler açmak şeklinde olduğu gibi ayrıca mevcut faizsiz bankalarla ortaklaşa bazı projelere katılmak metoduyla da olabilmektedir.
Faizsiz finansman sistemine batılıların 20 yıl önce yakıştırdığı sıfat, bizlere de ters gelmeyen bir sıfattır: İslâm Bankacılığı... Ancak, faizin "haram" edilmiş olması sadece İslamiyet'te değil fakat tüm semavi dinlerde kabul gördüğü için, asli kültür öğelerine gittikçe daha çok ilgi duyan ve köklerindeki değerleri keşfeden bütün toplumlarda faizsiz bankacılık kavramı özel ve saygın bir yer kazanmaktadır. Kurucusu Prens Muhammed Al Faisal olan ve merkezi Cidde'de (S. Arabistan) bulunan Dünya İslam Bankaları Birliği'nin en belirgin faaliyeti, konvansiyonel (klasik faizli) bankacılık standartlarını ve faizsiz finansman sistemini karşılıklı olarak birbirine adapte ederek iki kardeş sistem arasındaki dil birliğini geliştirmek yönündedir.
FAİZSİZ BANKACILIĞIN GLOBAL BOYUTU
“Faizsiz bankacılık” kavramı ilk defa ortaya atıldığında, finans çevreleri meseleye gerçekleşmesi zor bir hayal olarak bakıyorlardı. Ancak son yıllarda finans sektörüne ilişkin öngörülerde birtakım değişiklikler hissediliyor. Geleneksel bankacılık, artan sayıda insan tarafından demorilize edilmiş olarak görülüyor. Artık insanlar sosyal yapıya zarar verecek ve yasalara aykırı olmasa bile, ahlak dışı uğraş alanı olan firmalara destek veren banka ve finans kuruluşlarına kaynaklarını teslim etmekte tereddüt ediyorlar. Faizsiz finans kuruluşlarının gelişmesinde bu çok önemli bir faktör olarak dikkat çekiyor
Faizsiz finansal ürün ve hizmet sunan kurumların oluşumu ve gelişimi dünyada yeni bir gereksinimin sonucu olarak görülüyor. Bu süreçte: Citicorp, Goldman Sachs, HSBC, Morgan Stanley, Standard Chartered, Banque National de Paris, ABN Ambro, Bank of America, Key Global, Sociate Generale gibi kurumlar söz konusu sektörde faaliyete başladılar. Günümüzde ise Commerzbank gibi Alman bankalarının da faizsiz bankacılık ürünleri sunma konusunda atılım gerçekleştirdiği ve hatta Müslüman nüfusa sahip her ülkede faizsiz finansal ürünlere karşı bir eğilim olduğu görülüyor. Zaten, “murabaha”(maliyet artı finansman) ve “icara” (leasing) gibi uygulamaların uluslar arası bankacılık jargonunda kendine yer bulabilmesi, bu gelişmelerin önemli bir göstergesi sayılıyor.
Bugün, sadece Müslüman ülkelerin sermayesi ile kurulmuş İFK' lar dışında, dünyanın en büyük bankalarının da pay almaya çalıştığı 200 milyar Doları aşan bir pasta söz konusudur. Citibank, HSBC, ANZ gibi dev bankalar sistemle çok yakından ilgilenmekte ve daha fazla pay almaya çalışmaktadırlar. 2001'de HSBC'nin yapılandırdığı İslami işlemlerin büyüklüğü 1.75 milyar Dolardır ve banka aynı yıl ilk "İslâmi Varlığa Dayalı Sekuritizasyon" işlemini gerçekleştirmiştir. Ortadoğu ve Pakistan, Malezya, Bangladeş gibi ülkelerde sahip olduğu iştirakler ve yaygın şube ağı bankanın bu alandaki know-how'ını her geçen gün artırmasını sağlamaktadır.
Dünyanın 125. büyük bankacılık grubu ANZ, 1980'den beri İslâmi Bankacılık işlemleri gerçekleştirmektedir. ANZ, Pakistan bankacılık sisteminin faizli bankacılıktan faizsiz bankacılık sistemine geçişinde de rol almıştır ve bugün ülkedeki tüm bankalar bankanın hazırladığı mevzuat ve dökümantasyonu kullanmaktadır
Dünya Bankası Grubu, özellikle IMF ve IFC, Basel Komitesi ve Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi, giderek artan bir şekilde faizsiz finansal ürün ve hizmet sektörüyle ilgilenmeye başladı. Ayrıca söz konusu kurumlar sektörün gözetim ve denetimine, muhasebe standartlarına ve ürün geliştirme sürecine önemli katkılar sağlıyorlar. Bu kurumlar İslam Kalkınma Bankası, İslâmi Finansal Kuruluşlar Muhasebe ve Denetim Organizasyonu (AAOIFI), Malezya Menkul Kıymetler Komisyonu ve Labuan Off-shore Finansal Hizmetler Kurumu ile yakın bir iş birliği çerçevesinde çalışıyorl
İran ve Sudan’da IMF ile yürütülen Yakın İzleme Programları çerçevesinde 1999 yılında iki faizsiz finansal ürün ve hizmet enstrümanı olan “müşareke sertifikaları” geliştirildi. Bu sertifikalar sektörün likidite dengesini sağlamada önemli fonksiyon gördü. Ayrıca merkez bankaları likidite düzeyindeki gelişmelere bağlı olarak döviz ve fiyatları kontrol etmek amacıyla müdahale etti. Dünya Bankası’nın özel sektörü fonlayan bir kurumu olan IFC, 1997 yılında Pakistan’da mudarabaya dayalı bir dizi leasing işlemi yaptı. Ayrıca aynı kurum ANZ Investment Bank uluslar arası mudaraba konsorsiyumunu gerçekleştirdi. Bu gelişmeler global faizsiz finansal ürün ve hizmet sektörünün global çerçevede büyüme eğiliminde olduğunu, piyasa boyutu, ürün çeşitliliği, aktif yönetimi ve etik değerler gibi alanlarda da önemli katkılar sağladığını ortaya koyuyor.
Sektörün coğrafik bazda genişlemesi, özellikle son yıllarda Körfez’de, Malezya’da ve Endonezya’da kurulan yeni kurumlar yoluyla olmakla birlikte ABD, İngiltere, İsviçre, Almanya, Lüksembourg, Kanada ve daha birçok batı ülkesinde de var olan İslâmi nüfus dolayısıyla faizsiz bankacılığa olan talebin ve bu alandaki ürün ve hizmetlerin arttığını görmek mümkün. Faizsiz bankacılık, Güney Afrika, Rusya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya ve Avrupa’da ticari ve yatırım bankacılığı ürünlerini sunarken, Avustralya, Amerika, İngiltere ve Almanya’da ise hisse senedi ve yatırım fonları aracılığı faaliyetlerinde yoğunlaşmış olarak görülüyor. Ayrıca global ölçüde ticaretin finansmanı ve özellikle Kanada, son yıllarda ise İngiltere’de, konut finansmanının yoğunluk kazanması, sektörün global çerçevede giderek derinlik kazandığını gösteriyor. Coğrafi ve kurumsal bazda faizsiz işlem ve hizmetlerin artması, bir çok nedene bağlı olarak değişiyor.
Bugün dünyada faizsiz veya bazı ülkelerde adlandırıldığı şekli ile İslam bankacılığının yönettiği fonların toplamı 200 milyar Dolar civarında tahmin ediliyor. Müşteri kitlesi de sadece çoğunluğunu İslam dinine mensup insanların oluşturduğu ülkeler değil, Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu ülkelerine yayılmış durumda.
Faizsiz bankacılık alanında bu potansiyeli gören dünyanın önde gelen grupları şimdiden bu piyasadan pay almaya yönelik çalışmalarını artırmış durumdalar. Bu anlamda ilk olarak Dow Jones İslâmi Piyasa endeksi ((DJIM) 31 Aralık 1995 tarihinde 1000 taban göstergesi ile faaliyete geçti. Bununla ilgili olarak yedi indeks daha var. Bunlar teknoloji (IMTEC), ekstra likidite (IMXL), Avrupa (IMEU), Amerikan (IMUS), Kanada (IMCAN), İngiltere IMUK) ve Asya Pasifik (IMAP) indeksleri. Dow Jones’un İnternet sayfasındaki “sıklıkla sorulan sorular” kısmında “Ben bir Müslüman değilim, sanırım bu indeksler bana hitap etmiyor, değil mi?” sorusuna cevap olarak “Aslında bu indeksler İslâm dünyasının dışındaki yatırımcılar için çok büyük yararlar içeriyor. Etik olmayan endüstrileri dışarıda bırakarak, diğer indekslerle pek çok açıdan birbirine çok benziyor” deniliyor.
Financial Times’ta çıkan 23 Ocak 2002 tarihli bir haberde yukarıdaki gelişmelere ışık tutması bakımından önem arz ediyor. Habere göre, artık İngiltere’de yaşayan 3 milyon Müslüman dini kurallara uygun pek çok kişisel finans ürünlerine erişebilecekler. Yukarıda da belirtildiği gibi bir web sitesi ve geçerli bir firma unvanı alarak bu işlemlerin yapılması çok daha kolay. Bunun için aynı zamanda sağlam ve güvenilir bir sistem gerekiyor. iHilal adlı faizsiz finans şirketi, İngiltere’de bir web sitesi kurmayı planlıyor. iHilal Accenture ve Rasmala Islamic Finance’in bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış, Deutche Bank tarafından desteklenen Dubai merkezli bir firma.
Bu şekilde ortaya konan bankacılık ürünleri bağımsız danışmanlar tarafından verilen danışmanlık hizmeti eşliğinde www.ihilal.com adresinde açıklanıyor. Dini kurallara göre yatırımcılar borç tutamıyor ve faiz geliri elde edemiyor. Fakat kabul edilen değerlere göre yüzde otuzdan daha az borç/hisse senedi rasyosuna sahip ve yüzde 5’ten az geliri faizden elde edilen şirketlere yatırım yapmaya izin veriliyor.
RİBA
En önemli fark İslamî bankacılıkta ribanın yani faizin olmamasıdır. Önceden kâr oranının belirli olmaması demektir. Riba İslam’a göre kârı önceden saptamak anlamına gelir.
DENETİM
İslamî bankacılığa göre denetimin en önemli amacı İslamî ukuta ya da sözleşmelerde ribayı önlemektir. İslami bankacılıkta da normal bankacılık gibi denetimler ve kontroller yapılır.Ben bu sunumda sadece riba denetimini anlatacağım.Ama önce islami ukutu tanıtmam gerekiyor.
Kredi isteğinde bulunan müşteriler
• Olgunluk yaşına varmak
• Özellikle bilim ve uygulama konusunda profesyonel ve beceriklilik yeteneğine sahip olmak
• Ticari ,üretim ve hizmet alanında anlaşma konusu ile ilgili eksiksiz bütün evrakların teslim edilmesi
• Bu alanda ön tecrübeye sahip olmak
• Kaydedebilecek bütün ticari işlemlerin defteri.
• Müşterinin tüm işlemleri bir şubede odaklaması.
• Geçmiş kredilerini zamanında ödemesi.
• Önceden iflas,ödenmemiş çek ve başka türlü finansal sui-sabıkası olmaması.

FAİZSİZ BANKACILIK VE YÖNTEMLERİ
Faizsiz banka, çeşitli bankacılık fonksiyonlarını faizsiz olarak yerine getiren bankadır. Faizsiz bankalar, fon toplama ve tahsisini ortaklık bazında yerine getiren kuruluşlardır. Prensipleri ortaklık olduğu için de önceden miktarı belirli olan sabit bir faiz yerine, ancak faaliyet sonucu miktarı kesin olarak belli olabilen kâr ve zarardan pay alırlar ve ortaklarına dağıtırlar.
Faizsiz bankacılıkta para sahibi “Rab Al Maal”, işletici “Mudarib”dir. Mudarib (işleten) , daha önce belirlenmiş kurallara göre kazancını sağlar. Zarar halinde, “Rab Al Maal” (para sahibi ) etkilenmiş olur; Mudarib’e gelince, bu işleten, gösterdiği gayret ve çalışmaların bedelini kaybetmiş olur. Tabi ki, Mudarib’in dikkatsizliğinden ileri gelen veya taraflar arasındaki anlaşmanın hükümlerine riayet edilmemesinden doğan zararlar Mudarib’e aittir. Bu sisteme , İslâma uygun bir iş yapısı ortaya koyan bu sisteme MUDARABE denilmektedir. Günümüzde İslam dünyası bünyesinde, MUDARABE modeli ile organize edilmiş ve şeriat prensiplerine dayanan kuruluşlar belirdiği görülmektedir. Faizsiz bankacılık sistemi, müminlere kaynaklarını yatırmak ve mali hizmetlerden yararlanmak imkanını HELAL biçimde veren, yasak olan FAİZİ dikkate almayan bir sistemdir.
Bu sistem, kazanç sağlayanların zararları da gerektiğinde yüklenmesi gerekir ilkesinden hareketle, işletmenin mali risklerine katılma kavramından yararlanmaktadır. İslam mali kuruluşları adına yapılan yatırımlar, hiçbir şekilde spekülatif olmamakta, bu husus, dikkatli bir yatırım politikası , risklerin dağıtımı ve tedbirli idare metotları ile temin edilebilmektedir.
Günümüzde İslâmi finans kuruluşlarının para kullandırma yöntemlerini şöyle sıralayabiliriz: Mudarabe, Müşareke, Azalan Müşareke, Murabaha, İcare, Kiralama-Satınalma, Vadeli Satış, Akreditif, Döviz Alım-Satımı, Uluslararası Piyasalarda Mal Alım-Satımı ve Acil Destek Fonudur. Şimdi bunların en önemlilerine bakalım:
MUDARABE
İslam bankalarının en fazla kullanabileceği mudarebe finans metodunda banka, projenin bütün masraflarını karşılar. Başka bir ifadeyle, yapılan yatırımdaki tüm sermayenin sahibi bankadır. Fon kullanan müşteri ise, işe emek ve ustalığının koyar.
İslam Bankalarının üçüncü kişilere fon kullandırması müşterek mudarebe anlaşması içinde cereyan eder. Bu anlaşma içinde üçüncü kişilerle mudarebe anlaşması kurduğunda İslam bankası rabbü’l-mal (sermayedar), fon kullanan ise mudarib durumundadır. Mudarib işte sadece emek ve ustalığını kullanır.
Fonu kullanacak müşterisiyle mudarebe anlaşmasını yaptığı sırada İslam bankası isteyeceği kâr oranını da müşterisine bildirir. Kullanılacak fonun miktar ve şartlarına göre İslam Bankası müşterilerden değişik kâr payları isteyebilir. Bu yöntemle fon kullandırmak ve mali destek sağlamak, proje uygulama alanına, başka bir ifadeyle piyasaya yeni giren, yetenekli fakat Mâli kaynaktan mahrum girişimci kimselerin bu yeteneklerinden istifâde etme amacına en uygun düşen yoldur.
Yetenekli ve başarılı kişiler, emin ve güvenilir olmaları halinde İslam Bankalarından mudarebe usulüyle fon kullanabilirler. Mudarebe usulü daha çok ticaretin finansmanında kullanılır. Bu ticaret dahili ve harici olabilir. Teşebbüs sonucu elde edilen kâr daha önceden belirlenen oranlarda banka ile müşterileri arasında paylaştırılır. Kâr ve zararın nötr olması halinde banka sermayesini aynen geri alır. Bu durumda ne bankaya ne de müşteriye kâr düşer. Zarar halinde ise, bu zararı banka tazmin eder. Müşteri geçen süre içinde boşa çalışmış olmakla zaten yeterli derecede zarara uğradığından, onun da zararı emeğiyle telafi etmesi yeterli görülmüştür. Fakat zararın meydana gelmesinde müşterinin kasıt ve ihmali varsa, bu zarar kendisine tazmin ettirilir.
Bununla beraber banka, zarar ihtimallerini ortadan kaldırmak veya asgariye indirmek için gerekli tedbirleri alır. Bu amaçla, sermayeye muhtaç bir şekilde elindeki projesiyle gelen müşterinin bu projesini çok yönlü olarak etütlere tabi tutar, yani fizibilitesini yapar. Projeye
uygun ve kârlı görmesi halinde banka müşterisine fon kullandırır. Kötüye kullanma ihtimallerine karşı banka müşterisinden alım-satım işlerinin düzenli bir şekilde hesabının tutulmasını isteyebilir. Ayrıca müşterilerin kötüye kullanma eğilimlerini ortadan kaldırmak için beklenen miktarda kâr yapamayan kişilere fon kullandırmama yoluna başvurabilir.
MÜZAREBE
Ortakların birisinin nakit sermayeyi temin ettiği sözleşmedir.Öbür ortak onunla ticaret yapar ve kazandığı parayı ikisinin paylaşması şarttır.Bu sözleşme ortaklığın sadece ticari alanını kapsamaktadır.Buna göre banka ortağının tacir olması gerekiyor. Bu sözleşmede ortakların birisi sermaye koyarken öbürü emek harcamaktadır.
MÜZAREBENİN DENETİMİ
• Ortağın ticaret belgesi
• Ortağın tecrübesi
• Lazım olan sermayenin oranı
• Malın husüsiyeti
• Malın paketlemesi
• Malın deposu
• Ortağın kefili
• Varsayılan kârın oranı
MÜŞAREKE
Müşareke’ye İslam hukukunda şirketu’ı-inan denmektedir. Mudarebe anlaşmasında bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek konulurken, müşarekede taraflar işe hem emek hem sermayeleriyle beraber koyulurlar.
Müşarekede ortaklığa katılanlardan bir veya birkaçının işi yapmasıyla ortaklardan her biri, işin yapılmasına katılmayanlar da dahil, kâra önceden üzerinde anlaştıkları oranda hak kazanırlar. Kârın belirlenmesinde tarafların rızaları esastır. Yani sermayeler eşit olduğu halde kâr payları farklı olabilir veya tersine, sermayeler farklı olduğu halde kâr payları eşit olabilir.
Bu farklılık ortaklığa katılanlardan bazılarının işi daha fazla yapmaları veya daha kabiliyetli olabilmelerinden dolayıdır. Hanefi ve Hanbeli mezheplerinin kabul ettiği bu görüşün aksine Şafii ve Maliki mezhepleri, tarafların, kâr sermayeye tabi olduğu için, sermayeleriyle orantılı olarak kârdan pay almaları gerektiğini savunurlar. İslam Bankaları ise, müşareke metoduyla bankadan fon alan ortakların, şirket işlerinin yürütülmesinde daha fazla emekleri geçmesi sebebiyle sermayelerine oranla daha fazla kâr payı almalarını kabul ederek Hanefi ve Hanbeli mezheplerinin görüşlerini uygulama yoluna gitmişlerdir.
Müşareke finans yöntemi şöyle uygulanır ve yürütülür: İslam Bankası, ortağı durumundaki müşterisi tarafından istenilen sermayenin bir kısmını sağlama sorumluluğunu üzerine alır. Müşteri ise kendi mâli imkanları ve projenin özelliğine uygun olarak proje sermayesinin geri kalanını sağlar. Müşteri kendi uzmanlığı nedeniyle istenilen ve alınan mâli yardımın idare, denetim ve gözetiminin sorumluluğunu üzerine alır. Bu sorumlulukların müşterinin üzerine kalması ona kârdan daha fazla pay alma hakkını kazandırır.
Bu yöntemde net gelir taraflar (banka ve ortak-müşteri) arasında şöyle dağılır: Ortaklardan birisi olan müşteri yaptığı iş ve uzmanlığı nedeniyle bir pay alır. Gelirin geri kalanı yatırıma mâli katkısı bulunan iki ortak arasında, iştirak paylarıyla orantılı olarak dağıtılır. Zarar olduğunda ise, zarar tarafların ortaklıktaki sermaye paylarıyla orantılı olarak dağıtılır. Müşteri ilave bir zarara maruz bırakılamaz
Müşareke yöntemi genellikle sanayinin finansmanında kullanılır. Teçhizat ve makine sağlanmasında müşareke yöntemi başarıyla uygulanabilir. Bu yöntem ticaretin finansmanında da kullanılabilmektedir.
MEDENİ ORTAKLIK
Bir sözleşme olarak iki ya da daha fazla ortağın katılım payı bir araya gelir ve bu oluşan sermaye ile hizmet,üretim,ticari faaliyetler yapılır ve bu faaliyetlerin kârı ortaklar arasında paylaşılır.Bu sözleşmede ortakların ikisi de emek harcar ve sermaye payı koyarlar.
MEDENİ ORTAKLIĞIN DENETİMİ
• Ortak ya da ortakların işine göre belgeleri
• Ortak ya ortakların işine göre tecrübesi
• Aldığı kredinin nedenleri
• Lazım olan sermayenin oranı
• Mal, hizmet ve üretimin türü ve maliyeti
• Fiyat varsayımı
• Kredinin süreci
• Ortak ya da ortakların kefil ya da kefilleri
• SALAM(Ön Ödemeli Satış)
• Salam,teslimi ileride yapılacak olan ön ödemeli satış sözleşmesidir.Genellikle tarımsal ürünler finansmanında bu yöntem uygulanır.Salam diğer yöntemlere göre daha kısa vadeli finansmanlarda kullanılır.Kontrat sırasında ön ödeme yapılır ancak kalitesi veya miktarı belirlenmeyen mallarda bu yöntem uygulanmaz.sözleşmede teslim tarihi belirtilir.
• SELEF
• Bir ortağın,ortağının gelecekte ürettiği ürününü hazır halde satın aldığı sözleşmedir.
• Selef sadece ziraat yada sanayi ürünlerini kapsamaktadır ve bunun süreci bir yıldan az olmalıdır.Bu akit genelde ziraat sektörü ile bağlamaktadır.
• Selefte satın alan ortak malı ortağına geri satabilir.

• SELEFİN DENETİMİ
• Ortağın tarla ya da fabrika sahibi olması
• Ortağın faaliyetine göre sertifikası
• Ortağın ürettiği malın kalitesinin yüksek olması
• Ortağın malının hızlıca satılması
• Aldığı kredinin hepsini faaliyetinde kullanması
• Malın lüks ve monopol olmaması
MURABAHA
Murabaha İslam hukukunda bir satış türüdür. Satıcı malın maliyetini bildirir ve bu maliyetin üzerine alıcıyla anlaştığı miktarda kâr payı koyar. Mesela satıcı der, “100’e aldım 10 kâr isterim.” Alıcının kabullenmesi halinde bu alış-veriş türü murabaha olarak gerçekleşir. Murabahada malın fiyatı, kâr marjı ve nihai satış bedeli açıkça ortaya konur. Pratik ve getiri oranı yüksek olan bu yöntem İslam Bankalarının, özellikle faiz ortamı içinde, ortaklık çeşitlerinin uygulama imkânlarının daraldığı zamanlarda kullanılabilir. Bugün Türkiye’de Özel Finans Kurumlarının çok sık başvurduğu bir yöntemdir.
Satın alma emriyle murabaha satışı
Bir mala ihtiyacı olup da gerekli kaynağı bulamayan müşteri, bankadan söz konusu malın satın alınmasını ister. Burada müşterinin hem bankaya malın satın alınmasını emretmesi, hem de bankanın satın aldığı malı müşterinin bankadan satın alma vaadi vardır. Müşterinin bu emir ve vaadi üzerine banka nitelikleri belirtilen malı satın alır. Maliyetinin üzerine müşteriyle anlaştıkları miktarda bir kâr koyar. Müşteri bankadan bu malı alır. Parasını bankaya taksitlerle ve bankayla anlaştığı şartlar çerçevesinde öder.
Bir örnek vermek gerekirse, meselâ yeni doktor olmuş bir kimse, işinde kendisine lâzım olan tıbbi teçhizatı alma gücünde olmadığı takdirde İslam Bankasından söz konusu teçhizatı kendisi için satın almasını ister. Doktorun, adı geçen teçhizatı bankadan alma vaadi vardır. İslam Bankası teçhizatı satın alır. Maliyet fiyatının üzerine doktorla anlaştığı oranda kâr koyar ve bu kârla teçhizatı doktora satar. Doktor teçhizatın bedelini bankaya, aralarında anlaştıkları şekilde taksitlerle öder.
Murabaha yöntemi daha çok dış ticaretin finansmanında, işletmelere ham madde ve yarı mâmul malların sağlanmasında kullanılır.
TAKSİTLİ SATIŞ
Taksitli satışta bir kişi malı başka birine satıyor.Bankada müşteri istediği malı başkasından satın alır ve müşteriye pahasına satar.Bu şartladır ki müşteri malın fiyatını taksitle ödesin.
Bu akit sanayi alanını kapsamaktadır ve onların hammadde,makine ve tesislerine destek olmaktadır.
• . TAKSİTLİ SATIŞIN DENETİMİ
• Müşterinin özellikleri,sertifikası,belgesi.
• Bankanın müşterinin istediği malı satın alması imkanı.
• Malın faktörü,alınacağı ve satılacağı yeri.
• Müşterinin kefil ya da kefilleri.
• Malın müşteri tarafından sigortası.
• Müşterinin yeri, mekanı ve üretim faaliyetleri.
İCARE
İslam bankaları bugün leasing de denilen kiralama yoluyla da müşterilerine fon kullandırırlar. Kiralama usulünün günümüzde gittikçe önem kazandığı bilinmektedir. Kiralama, daha çok orta ve uzun vadeli bir finansman metodudur.
Kiralama, kiraya veren ile kiralayan arasındaki anlaşma üzerine kurulur. Anlaşmada kiranın bedeli ve süresi belirtilmelidir. Kiralanan malın mülkiyeti malın sahibi olan İslam Bankasınındır. Kiralayan müşteri maldan faydalanır. Buna karşılık bir kira bedeli öder. Kiralama müddeti malın kullanabilirlik ölçüsüne göre 5-15 yılları arasında değişebilir.
Menkul ve gayrimenkul değerlerin finansmanında kullanabilen kiralama yöntemi, günümüz ekonomilerinde daha çok modern teknolojiye daha kolay yollarla sahip olabilmek amacıyla kullanılmaktadır. Mesela İslam Bankası bir gayrimenkulu, bir tezgâhı müşterisine kiraya verebileceği gibi, modern teknolojinin yeni bir ürününü, mesela bir bilgisayarı müşterisine verebilir. Normal olarak kendi imkânlarıyla bilgisayara sahip olmayan müşteri böylece kolay ve ucuz bir şekilde bilgisayarı elde etmiş olur.
ABD’de 1950’lerde orta vadeli finansman ihtiyacının karşılanması düşüncesinden doğan leasing sistemi İslam toplumlarında asırlar boyu bir finansman metodu olarak uygulanmış, İslam hukuk eserlerinde bu yöntemin kullanılış esasları çok ince detaylarıyla yer almıştır.
• İCAREYE SAHİP OLMA ŞARTI İLE
• Bu sözleşmede birisi mal sahibi olarak başkasına kira verir bu şart ile kiracı kira süresini bitirdikten sonra mala sahip olur.
• Mal burada konut,makine,işyeri olabilir.
• Bu anlaşma fabrika,maden,hizmet,tarla,ziraat sektörlerine destek vermektedir.
• İCARE DENETİMİ
• Çalışma türü,ön tecrübe,istekte bulunan bireyin mâli durumu,senet
• Kira taksitlerinin ödenme durumu
• Malın özellikleri,fiyatı,alınacak yeri ve kullanma şekli
• Kredi almak için kanıtlayıcı sebepler
• Kişinin kiraladığı malı bizzat kendisinin kullanması
• QUARD HASAN (Faizsiz Borç)
• Modern anlamdaki İslam finanstan önce yaygın olarak kullanılan bu uygulamada borç veren finansal sıkıntıda olan borçlusuna her hangi bir getiri talep etmekten diğer bir değişle faizsiz olarak borç vermektedir.taraflar arasında yapılan sözleşmelerde geri ödeme ,verilen borç miktarına eşit olmaktadır.
• GHARZ-OL-HASANE DENETİMİ
• Müşterinin diğer bankalarda GARZ-OL-HASANE borcu olmaması
• Aldığı kredinin zamanında ödeme gücü
• Hastalık kredisi ise hastaneden rapor alınması
• Ev tadilatında pahalı malzemelerin kullanılmaması Hastalıkların tedavisi
• Tadilat ve ev satın alma yardımı
• Eğitim kredisi
• Öğrenci kredisi ise öğrenim durumu belgesi



İSLAMÎ BANKACILIK DENETİMLERİNİN ZAAFİYETLERİ
• Banka personellerinin İslamî sözleşmeler hakkında yeterli bilgi sahibi olmamalarıyla beraber müşterilerine de gerekli bilgiyi vermekten yoksunlar.
• Banka personelleri İslamî bankacılık kurallarına inanmamaktadırlar ve sadece isim değişikliği olduğunu düşünmektedirler.
• Müşterilerin fazla kazanç amacıyla sahte belge ve faturalarla bankayı aldatmasından dolayı zaten İslami bankacılık kavramı da ortadan kalkıyor.
SONUÇ
• Denetim yeterli ve düzenli yapıldığı takdirde İslami bankacılık çok yararlı olmaktadır.Çünkü aynı anda hem İslami bankacılık hem de normal bankacılık hizmeti verilmektedir.Ve hem dindar kesimi hem de farklı grupları müşteri olarak kazanmaktadır.

Kaynaklar
www.banksepah.ir
www.cbi.ir
islami bankacılık kanun merkezi banka baskını 2007
faizsiz bankacılık 2006

SERMAYE PİYASASINDA İSLAMİ ENSTRUMANLAR


marmara üniversitesi bankacılık ve sigortacılık enstitusu bankacılık bölumu doktora sınıfı 1. donem 2008-2009
SERMAYE PİYASASINDA İSLAMİ ENSTRUMANLAR




Akbar SAFDARİ

7/1/2009 21








GİRİŞ
Yaşadığımız devir artık bir şiddetli rekabet devridir. Her işletmenin bu hızlı rekabette üstün gelmesi gerekiyor, aksi takdirde o işletme son bulur. Sermaye piyasasında olan işletmeler de aynı durumu yaşıyorlar, buna göre çeşitli hizmetleri kendi müşterilerine sunmaktalar ve zaman geçtikçe bu hizmetleri çeşitlendirmeleri gerekiyor. Bu farklı hizmetlerin biri de islami ensturumanlardır ki işletmeler bunları bankacılıkta sigortacılıkta ve sermaye piyasasında kullanıyorlar. TÜRKİYE içinde son yıllarda işletmeler islami ensturumanları kullanmaktadırlar.Çünkü türlü müşterilerine hizmet vermekteler. Bazen müşteriler dini kurallara bağlantılılarına göre ve işletmeler onları da çekmek için islami insturumanları kullanmaktalar. Ama islami piyasa normal piyasaya göre farkları var ve en onemli farkı RİBA (faiz) kavramıdır ve ben bu makalede önce onu anlatacağım.Sonra faizsiz bankacılıktan bahsedeceğim. Bu yüzden sermaye piyasasında kullanılan ensturumanlar önce bankacılıktan başlamıştı sonra gelişmişti ve sermaye piyasasına da geçmişti daha sonra islami sermaye piyasasının ilkeleri ve kanuni dayanaklarını anlatılacaktır sonra ise islami ensturumanlardan bahsedilecektir.

KÂR PAYI İLE FAİZ ARASINDAKİ FARKLAR

Kâr, bir üretim içinde, emeğin eşliğindeki sermayenin, paradan mala, maldan tekrar para veya başka bir hâle evirilip çevrilmesi, kısacası bir mübadele süreci içinde işletilmesi sonucu, mevcut iktisâdi varlıklarda toplum adına meydana getirilen pozitif değer açısından emek ile sermayenin aldığı payıdır.
Kârda bu üretim sürecinin, yani girişimin zararla sonuçlanması halinde negatif olan ve dolaylı da olsa bütün toplumun etkilendiği bu sonuçtan sermaye sahibi doğrudan etkilenir. Başka bir ifadeyle kâr, toplumla birlikte ve ona bir katkıda bulunulması şartıyla elde edilen artı gelirdir.
Faiz ise, bütün riskleri direkt olarak borçluya, dolaylı olarak da topluma yansıyan, üretim süreci içindeki borç sermayenin, borçlunun zimmetine geçtiği şekliyle mahiyet değiştirmeden getirdiği artı gelirdir. Faizde, kârın aksine ne bir alım-satım ne de paranın bir halden başka bir hale (paradan mala, maldan tekrar paraya veya başka bir mala) çevrilmesi vardır. Ödünç alan kişinin zimmetinde borç olarak karar kılan para vade sonunda, üzerinde anlaşılan şartlara göre, ister borcun cinsinden ister başka cinsten bir fazlalıkla, aynen geri döner. Faizde sermaye sahibi vade sonunda anaparasıyla birlikte ne kadar faiz edeceğini bilir ve bu miktar artık onun kazanılmış hakkı haline gelir.
Halbuki kârda sermaye sahibi parasını ortaya koyar; tezgâhın bir ucundan giren hammaddenin evirile çevrile işlenmesi ve sonuçta malın bozuk olarak çıkma ihtimalinin yanında genellikle işlenmiş, mamul olarak çıkması gibi; sermaye de paradan mala, maldan tekrar paraya veya başka bir mala çevrilir, alım-satımlara konu olur. Vade veya girişim sonunda sermaye sahibi nasıl bir netice ile karşılaşacağını bilmez.Doğacak her sonuca katlanmak zorundadır.
Faiz ile kâr arasındaki temel farklardan birisi, faizin doğmamış ve ortada olmayan bir gelirin paylaşımı; kârın ise doğmuş, varlığı kesin olarak ortaya çıkmış ve miktarı tam olarak bilinen gelirin paylaşımıdır.
Kâr, reel bir üretim sonucu elde edilen reel bir gelirin paylaşılması sonucu elde edilir. Faiz ise, üretim ekonomisinden daha çok, bugünkü yaygın tabiriyle, rant ekonomisinin sonucudur. Yani faiz, üretmeden, ortaya reel bir sonuç çıkmadan, meselâ, bugün Türkiye bütçesinde görüldüğü gibi, bir devletin bataklığa sürüklenmesi pahasına elde edilen, hak edilmemiş, hayali bir gelirin sermayeye tahsis edilmesidir. Ünlü iktisatçı Sir Roy Harrod faize “hayal” ve “gerçek dışı bir şey” yakıştırmalarını yapmıştır.
İslam’ın kabul ettiği temel kazanç yolu emektir. Gelir elde etmek isteyen kişi, eğer sadece emeğe sahipse, bu emeğini üretim süreci içine koyacak, bununla gelir elde edecektir. Bu gelire İslam’da ücret (emek bedeli) denir. Eğer kişi emeğini bir başkasına kiraya vermek (icare) veya tabii kaynakları işlemek suretiyle elde ettiği ürünün hepsini tüketmez, bir kısmını biriktirirse, sonunda elinde birikmiş emek ve değer olan sermaye oluşur. Bir kurumdan emekliye ayrılan kişinin eline geçen emeklilik ikramiyesi veya bir çiftçinin her yıl ürününden bir kısmını artırması suretiyle elinde bir sermaye oluşması gibidir.
Elinde böyle bir sermaye oluşan kişi bundan böyle emek sarf etmek istemiyor, sermayesinin kazancıyla geçinmek istiyorsa İslam’a göre önünde bir tek yol vardır: Sermayesini emek sahibi bir girişimciye vererek, girişilen yatırımların kârına ve riskine ortak olmaktır. Sermaye sahibinin böyle bir ortaklığa girerek elde ettiği kâr ile, parasını bankaya yatırarak elde ettiği faiz arasında temelde ve özde büyük farklılıklar vardır. Bu farkları iki yönden ele alabiliriz:
1- Psikolojik Yönden: Kâr ve zarar ortaklığı ile sermayesini girişimciye veren kişi bilfiil üretim faaliyetlerine katılmasa da psikolojik olarak üretim faaliyetlerinin içindedir. Girişimcinin telaşı onun telaşı, sıkıntısı onun da sıkıntısıdır. Çünkü sonuçta karşılaşacakları kader ortaktır. Kâr halinde kâra ortak olduğu gibi zarar halinde de zarara ortak olacaktır. Zarar halinde girişimci taze emeğini kaybetme korkusunu yaşarken, sermaye sahibi de önceden biriktirdiği emeğini kaybetme telaşını yaşayacaktır.
Bu risk unsuru, parasının faizini köşesinde telaşsız bekleyen kişinin hareketsizliğinden onu kurtaracak, “Sen çalış ben yiyeyim, ben alacağım faizi bilirim, gerisine karışmam” bencil duygusunu yaşamayacak; böylece, sermaye sahibinin girişimciyle olan ortak kaderi onları birbirine yaklaştıracak, toplum fertleri arasında yardımlaşma, dayanışma, sevgi ve merhamet gibi ahlaki değerler güçlenecektir.
2- Ekonomik Yönden: Faizde parasını faize yatıran kişi anapara ve faizin sağlama bağladıktan sonra paranın kullanımına karışmadığından kişinin iktisâdi faaliyetlerden tümüyle kopması söz konusudur. Yani faiz üretken bir uğraşın sonucu değil, verimsiz bir beklemenin sonucudur. Ödünç verenin üretken bir uğraşısının olmaması, ekonomide girişimci faktörünün eksilmesine yol açar. Oysa Kârda bu etken tüm üretim ve pazarlama boyunca canlılığını korumaktadır.
Kâr kâbiliyetlerin kamçısıdır. Girişimci kârını artırmak amacıyla yeni buluşlara gidebilir, yeni ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayabilirFaizini bekleyen kişi, her durumda faizini aldığı ve girişimcinin olası zararına karışmadığı için gelir dengesizlikleri meydana gelebilecek, sermaye sahibi önceden belirlenmiş sabit faizini telaşsız, emeksiz ve risksiz elde ederken, girişimcinin zarar etmesi halinde zararına katılacak bir ortağı ve yardımcısı olmadığından yıkılacak, iflas edecektir. Kâr ortaklığı durumunda ise sermaye sahibi girişimcinin zararına katılacağından onun tamamen yıkılmasını önleyecektir. Sonuç olarak faiz her durumda sabit ve risksiz iken kâr değişken ve risklidir.
Kısaca, faizde bir üretkenlik ve faaliyet yok ve her durumda sabit, risksiz ve sadece sermayenin getirdiği bir gelir iken; Kâr, üretkenliğin ve faaliyetin sonucu, her durumda değişken ve sermayenin yeni bir emek ilavesi veya risk unsuruyla beraber getirdiği bir gelirdir.

DÜNYADA FAİZSİZ PİYASANIN GELİŞİMİ

Bir finansman müessesesi olarak "Faizsiz Bankacılık" ın dünyada ilk uygulaması Mısır Arap Cumhuriyeti'ndeki Mit Gamr kasabasında yaşanmıştır. Eski devlet başkanı Cemal Abdül Nasır döneminde bütün bankaların devletleştirilmesi akımına karşı alternatif olarak geliştirilen bir deneme sonucunda ortaya çıkmıştır. Mısır köylüsünün (fellah) tarımsal ve ticari ihtiyaçlarını karşılayan ve bunu yaparken "müteselsil kefalet" (tekeffül) felsefesine dayanan, daha çok "venture-capital" (risk sermayesi) ile "para vakfı" karışımı özgün bir modelde çalışan bu kuruluşa "banka" sıfatının verilmesi bugün akademik bir tartışma konusu olmaktadır. Model, hem bankacılığı, hem ticari ortaklığı (kâr ve zarar ortaklığı), hem tekafülü (sigorta) hem "barter" (takas), "icar" (leasing), factoring, vb. alt finansman metotlarını bir arada ve aynı çatı altında, aynı zamanda hayata geçirmiş kendine özgü bir modeldir.
Köy Sandığı kavramına yakın bir metotla faaliyet gösterdiği bilinen bu bankanın fikir babası merhum Dr. Ahmed El-Naggar'dır. Aynı zamanda bankanın hissedarı ve ilk idari personeli arasında bulunan söz konusu Mısırlı eski dışişleri bakanlığı memurunun iktisat geçmişi incelendiğinde, Alman ekonomi tarihinde (Prusya döneminde) görülen "toplumsal kalkınma bankacılığı"na benzer prensiplerden etkilenmiş olduğu ve bunu, çağındaki ve coğrafyasındaki İslâmi ekonomik ve kültürel öğelerle birleştirmeye çalıştığı dikkati çeker. Öte yandan, İngiliz hakimiyeti dönemindeki Hindistan'ın Müslüman bölgelerinde (bugünkü Pakistan vb.) görülen bazı "kooperatif bankacılık" uygulamalarının da dünyadaki ilk faizsiz finansman örnekleri arasında sayılması doğru olur. Gelişimi Münferit uygulamalar şeklinde birçok Müslüman toplumda yüzyılımızın başlarından itibaren filizlenmeye başlayan bu hareketin bilinçli, organize ve çağdaş metotlarla hayata geçirilmesi fikri ilk kez merhum Suud kralı Faysal döneminde ortaya çıkmıştır.
Kalkınma sürecinin başındaki tüm ülkelerin kendisine yönelen taleplerini karşılamakta zorlanan Amerika Birleşik Devletleri bu gelişimin İslâm ülkeleri arasında bir an önce örgütlenerek büyük çaplı bir oto-finansman kaynağı oluşturmasını tercih etmiş ve Dünya Bankası (IBRD) modelinde çalışacak birkaç büyük bölgesel banka kurdurarak bu yükün paylaşılmasına önayak olmuştur. Bu amaçla Asya ve Afrika kalkınma bankalarının kuruluşuna paralel olarak Cidde'de kurulan (1975) İslam Kalkınma Bankası'nın gerçekten de İslam ülkelerindeki kamusal projelere yaptığı mali katkılar çok önemli boyutlarda olmuş, fakat ihtiyacı karşılamakta yeterli olmamıştır. Özel sektör projelerine finansman veremeyen İKB' nin bıraktığı boşluğu doldurmak üzere bazı Suudi, Kuveytli, Birleşik Arap Emiri vb. zengin Müslümanların örgütlenmeleri sonucunda 1981'de oluşan "Dar Al-Maal Al-İslâmi" adlı holding, petrol zenginliğini ülkesine çekmeyi düşünen İsviçre'nin Cenevre kentinde kurularak faaliyete geçmiştir. Bunun verdiği cesaret ve know-how birikimi üzerine "Dallah Baraka Gurubu" ve diğer bazı guruplaşmalar sonucunda orta doğudaki Müslüman ülkelerde faizsiz finansman sistemi hızla yaygınlaşmıştır. Uzakdoğu da (Malezya vb.) ülkenin yönetiminde söz sahibi zengin Müslümanların kurduğu banka ve finansman kurumları, Japon kültür ve teknolojisinin imkânları ile birleşince bölgenin büyük bir ekonomik sıçrama yapmasında lokomotif rolü oynamıştır.
Şimdiki durumu halen dünyada 135 müessese "faizsiz" finansman kuruluşu niteliğinde çalışmakta ve yaklaşık 150 Milyar Dolar'dan fazla bir kaynağı işlemektedir. Her yıl yayınlanan istatistik verilerinden anlaşıldığı üzere dünyada en büyük 1000 banka arasında yer alan bankalardan 89 adedi halen İslam ülkelerinde kurulmuş olan ve faizsiz sistemde faaliyet gösteren finansman kurumlarıdır. Dünyanın en büyük bankaları (Örn: Citibank) bu sisteme yakın ilgi duymakta olduklarını ifade ederek bu gelişmenin içinde yer almaya gayret göstermektedirler. Bu ilgi, fiilen bu sistemde çalışan özel bankalar kurmak ve şubeler açmak şeklinde olduğu gibi ayrıca mevcut faizsiz bankalarla ortaklaşa bazı projelere katılmak metoduyla da olabilmektedir.
Faizsiz finansman sistemine batılıların 20 yıl önce yakıştırdığı sıfat, bizlere de ters gelmeyen bir sıfattır: İslâm Bankacılığı... Ancak, faizin "haram" edilmiş olması sadece İslamiyet'te değil fakat tüm semavi dinlerde kabul gördüğü için, asli kültür öğelerine gittikçe daha çok ilgi duyan ve köklerindeki değerleri keşfeden bütün toplumlarda faizsiz bankacılık kavramı özel ve saygın bir yer kazanmaktadır. Kurucusu Prens Muhammed Al Faisal olan ve merkezi Cidde'de (S. Arabistan) bulunan Dünya İslam Bankaları Birliği'nin en belirgin faaliyeti, konvansiyonel (klasik faizli) bankacılık standartlarını ve faizsiz finansman sistemini karşılıklı olarak birbirine adapte ederek iki kardeş sistem arasındaki dil birliğini geliştirmek yönündedir.

İSLAMİ SERMAYE PİYASASININ İLKELERİ


İslami sermaye pyasasıda normal piyasaya tek ilkeleri var ama SPKve BDDK ilkelerinnen ilave şariet ilkelerinde kapsamaktadi.

KANUNİ İLKELER

28 Şubat 2006 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 26084

Karar Sayısı : 2006/10018

Ekli “Türkiye Katılım Bankaları Birliği Statüsü”nün yürürlüğe konulması; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun teklifine dayanan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığının 23/1/2006 tarihli ve 110 sayılı yazısı üzerine, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 81 inci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 3/2/2006 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Ahmet Necdet SEZER
CUMHURBAŞKANI

TÜRKİYE KATILIM BANKALARI BİRLİĞİ STATÜSÜ

BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler, Görev ve Yetkiler
Kuruluş
MADDE 1 – Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Bankacılık Kanunu gereğince kurulmuş tüzel kişiliği haiz ve kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Yönetim merkezi İstanbul olup, yurt içinde gerekli teşkilatı kurabilir.
Tanımlar
MADDE 2 – Bu Statünün uygulanmasında; Birlik: Türkiye Katılım Bankaları Birliğini, Kanun: 5411 sayılı Bankacılık Kanununu, Katılım Bankası: 5411 sayılı Bankacılık Kanununa göre katılım bankası adı altında Türkiye'de kurulan bankaları, yurtdışında kurulu bu nitelikteki kuruluşların Türkiye'deki şubelerini, Kurum: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu, Kurul: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunu, Fon: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunu ifade eder.
Birliğe üyelik
MADDE 3 – Türkiye'de faaliyet gösteren bütün katılım bankaları Kanun hükümlerine göre faaliyet izni aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde Birliğe üye olmak, bu Statü hükümlerine uymak ve Birliğin yetkili organlarının aldığı kararları uygulamak zorundadır.
Her ne surette olursa olsun faaliyet izni kaldırılan veya diğer bir veya birkaç katılım bankası ile birleşen veya bütün aktif ve pasifi ile diğer hak ve yükümlülüklerini Türkiye'de faaliyette bulunan diğer bir katılım bankasına devreden veya tasfiye kararı alan katılım bankalarının üyelik kayıtları silinir.
Birliğin amacı, yetki ve görevleri
MADDE 4 – Birliğin amacı serbest piyasa ekonomisi ve tam rekabet ilkeleri çerçevesinde, bankacılık düzenleme ilke ve kuralları doğrultusunda katılım bankalarının hak ve menfaatlerini savunmak, bankacılık sisteminin büyümesi, sağlıklı olarak çalışması ve bankacılık mesleğinin gelişmesi, rekabet gücünün artırılması amacıyla çalışmalar yapmak, rekabetçi bir ortamın yaratılması ve haksız rekabetin önlenmesi için gerekli kararları almak/alınmasını sağlamak, uygulamak ve uygulanmasını talep etmektir.
Birlik bu amacı gerçekleştirmek için aşağıdaki görevleri yürütür:
a) Bankacılık ve katılım bankaları ile ilgili mevzuatı izlemek bu konulara ilişkin düzenlemeleri üye katılım bankalarına duyurmak,
b) Meslek ilkelerini belirlemek suretiyle üyelerin birlik ve mesleğin gerektirdiği vakar ve disiplin içinde ekonominin ihtiyaçlarına uygun olarak çalışmalarını sağlamak,
c) Üye katılım bankası mensuplarının uyacakları meslek ilkeleri ve standartlarını Kurumun uygun görüşünü alarak belirlemek,
d) İlgili mevzuat uyarınca alınan kararlar ile Kurumca alınması istenilen tedbirlerin uygulanmasını takip etmek,
e) Üyeleri arasında haksız rekabeti önlemek amacıyla gerekli her türlü tedbiri almak ve uygulamak,
f) Katılım bankaları arasındaki ilişkilerde mesleki dayanışmayı güçlendirecek kararlar almak,
g) Kurum ile işbirliği yapmak suretiyle katılım bankaları arasında ortak projelere ilişkin işbirliğini temin etmek,
h) Üyelerin ilan ve reklamlarında uyacakları esas ve şartları tür, şekil, nitelik ve miktarları itibariyle Kurumun uygun görüşünü alarak tespit etmek,
i) Yurt içinde ve yurt dışında katılım bankacılığını temsil etmek, katılım bankacılığını tanıtmak ve bu konuda kamuoyunu aydınlatmak için çalışmalarda bulunmak,
j) Bankacılık konusunda seminer, sempozyum, konferans ve eğitim programları düzenlemek,
k) Müşteri haklarına dair hükümlerde öngörülen sözleşmelerin şekil ve içeriklerine ilişkin usul ve esaslar ile tip sözleşmelerin uygulanacağı işlemleri, Kurulun uygun görüşünü alarak belirlemek,
l) Üyeler ile bireysel müşterileri arasındaki ihtilafların değerlendirilmesi ve çözüme kavuşturulmasını temin etmek üzere Birlikçe hazırlanan ve Kurulca onaylanan usul ve esaslar dahilinde hakem heyeti oluşturmak,
m) Katılım bankaları ve bankacılığı konularında resmi makam ve kuruluşlara istişari mahiyette mütalaa vermek,
n) Ekonomi, mali sektör ve bankacılık sistemindeki yurt içi ve yurt dışı gelişmeleri izleyerek toplayacağı bilgileri üyelerine ve ilgililere ulaştırmak,
o) Ulusal tasarrufun teşviki için gerekli çalışmaları yapmak ve yetkili mercilere önerilerde bulunmak,
p) Katılım bankalarına ilişkin, gizlilik niteliği taşımayan istatistiki bilgileri toplamak ve kamuoyuna duyurmak,
r) İlgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, katılım bankalarının, müşterilere sundukları hizmetler karşılığında tahsil edecekleri komisyon, ücret ve masraflar, açtıkları krediler ve bunlarla ilgili diğer işlemler için uygulayacakları kar payı oranları, komisyon ve ücretler ile katılma hesaplarında kar ve zarara katılma oranının belirlenmesine ilişkin olarak üye katılım bankalarına yönelik tavsiye kararı almak,
s) Üyelerinin ortak menfaatlerini ilgilendiren konularda yönetim kurulu kararına istinaden dava açmak ve/veya gerekli girişimlerde bulunmak,
t) Kurumca alınması istenilen tedbirleri almak,
u) Birliğin aldığı karar ve tedbirlerin uygulanmasını takip etmek, bunlara zamanında ve tam olarak uymayan üyeler hakkında gerekli müeyyideleri uygulamak,
v) Kanun ve ilgili mevzuatın kendisine yüklediği diğer görevleri yapmak.
Katılım bankalarının temsili
MADDE 5 – Katılım bankaları, Birlik'te yönetim kurulu başkanı, murahhas üye, genel müdür veya genel müdür vekilinden birisi tarafından temsil olunur. Bunların mazeretleri nedeniyle katılamamaları halinde bir genel müdür yardımcısına temsil yetkisi verilebilir. Ancak, Birlik Yönetim Kurulu Başkanlığı ile Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevini, Yönetim Kurulunca bu göreve seçilen genel müdürler yürütür.

SPK
2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 37. ve 38’inci maddeler.




Örnek:
UNICRON CAPITAL MENKUL DEĞERLER A.Ş.
A TİPİ DOW JONES ISLAMIC MARKET TURKEY ENDEKSİ FONU İÇTÜZÜĞÜ

MADDE 1-FONUN KURULUŞ AMACI:

1.1 Unicorn Capital Menkul Değerler A.Ş. tarafından, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 37. ve 38’inci maddelerine dayanılarak ve bu içtüzük hükümlerine göre yönetilmek üzere halktan katılma payları karşılığı toplanacak paralarla, katılma payı sahipleri hesabına, riskin dağıtılması ve inançlı mülkiyet esaslarına göre sermaye piyasası araçlarından ve altın ile diğer kıymetli madenlerden oluşan portföyü işletmek amacıyla Unicorn Capital Menkul Değerler A.Ş. A Tipi Dow Jones Islamic Market Turkey Endeksi Fonu kurulmuştur.
1.2 Bu içtüzükte Unicorn Capital Menkul Değerler A.Ş. ‘KURUCU’, Unicorn Portföy Yönetimi A.Ş. “YÖNETİCİ”, İMKB TAKAS ve SAKLAMA BANKASI A.Ş., İSTANBUL ALTIN BORSASI, EUROCLEAR BANK S.A./N.V., CLEARSTREAM BANKING, DEUTSCHEBANK “SAKLAYICI KURULUŞ”, Unicorn Capital Menkul Değerler A.Ş. A Tipi Dow Jones Islamic Market Turkey Endeksi Fonu ‘FON’,” Sermaye Piyasası Kurulu ‘KURUL’, Sermaye Piyasası Kurulu’nun Seri:VII, No:10 Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği ile ek ve değişiklikleri ise “TEBLİĞ” olarak ifade edilecektir.















ŞERİAT İLKELERİ

SURE BAKARA AYET 245
مَنْ ذَالَّذی یُقرِضُ الله قَرْضاً حَسَناً فَیُضاعِفَهُ لَهُ اَضْعافاً کَثیرَةً
Kimdir o adam ki Allah’a güzel bir borç versin de Allah da ona kat kat fazlasıyla(verdiğini) ödesin.Allah (rızkı) kısar da açar da.Hep O’na döndüreleceksiniz .

SURE RUM AYET 39
وَما اتَیْتُمْ مِنْ رِباً لِیَرْبُوا فی اَموالِ النّاسِ فَلایَرْبُوا عِنْدَالله‌
İnsanların malları içinde artması için verdiğiniz faiz (malı) Allah katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (O’nun rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat (a gelince):işte (onu verenler sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.

SURE NİSA AYET 161وَ اَخْذِهِمُ الرّبوا و قدنهُوا عَنْهُ وَ اَکْلِهِمْ اَمْوالَ النّاسِ بِالْباطلِ وَ اَعْتَدْنا لِلْکافِرینَ مِنْهُمْ عَذاباً اَلیماً
Men edildikleri halde faiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık).İçlerinden inkar edenlere de acı bir azab hazırladık.

SURE TAĞABON AYET 17اِنْ تُقْرِضُوااللهَ قَرضاً حَسَناً یُضاعِفْهُ لَکُمْ وَ یَغْفِرْ لَکُمْ وَ اللهُ شَکُورٌ حَلیمٌ
Eğer allah(rızasın)a güzel borç veriseniz allah onu sizin için kat kat yapar ve size bağışlar.allah karşılık verendır halimdir(ceza vermekte acelecı değidir).

SURE HADİD AYET 18 اِنَّ الْمُصَّدِّقینَ وَالمُصَّدِّقاتِ وَ اَقْرَضُوا اللهَ قَرضاً حَسَناً یُضاعفُ لَهُمْ وَ لَهُمْ اَجْرٌ کَریمٌ
Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve allaha güzel borc verenler (allah rızası için yoksullara borç verenler yahut mallarınını allah için uygun yerlere sarfedenler) işte onlar onlara (verdikleri) kat kat yapılır (kendilerine verdiklerinin kat kat fazlası ödenir) ve onlar için değerli bir mükafat da vardır.

SURE BAKARA AYET 278,279 یا اَیُهَا الَّذینَ آمَنُوا اتَّقُواللهَ وَ ذَرُوا ما بَقِیَ مِنَ الرِّبوا اِنْ کُنْتُم مؤمِنینَ، فَاِن لَمْ تَفْعَلوا فَاذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَاللهِ وَ رسُولِه
Ey inananlar Allah’tan korkun eğer inanıyorsanız faiziden (henüz alınmayıp) geri kalan kısmı bırakın (almayın). Eğer böyle yapmazsanız Allah ve elçisiyle savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğratılırsınız.

SURE BAKARA AYET 276یَمْحَقُ اللهُ الرّبوا و یُرْبی الصَدقاتِ وَاللهُ لا یُحِبُّ کُلَّ کَفّارِ اَثیم
Allah faizi mahveder sadakaları artırır. Allah hiçbir günahkar nankörü sevmez.


İSLAMİ FİNANS İNSTRUMANLRİ SERMAYE PİYASASINDA


Mudaraba (Kâr Paylaşımı)

Mudaraba, hisse senedi çıkararak finansman sağlanan yaygın yöntemlerden biridir. Mudaraba tasarruf sahiplerine belirli projelere yatırım yapma imkanı sunar. Bu uygulamada bir taraf proje için gerekli sermayeyi verirken (rabb al-mal) diğer taraf (mudarib) proje yönetiminden sorumlu olur. Sermayedarın proje yönetimindeki yetkileri sınırlıdır.
Mudarabanın en önemli özelliği, sermaye sahibinin sabit ve kesin bir kâr talep edememesidir. Kâr paylaşımı önceden belirlenen oranlarda yapılırken, mudaribin ihmali dışındaki diğer zararlar tamamen sermayedara aittir. Proje yöneticisinin zararı ise proje için harcadığı emek olarak düşünülmüştür. Mudarib, proje için ortaya konulan sermayeden daha fazla sermaye kullanamaz. Mudaraba iki taraftan birinin geçerli bir neden göstermesiyle sonlanabilir.
Bu yöntemin bankacılıkta uygulanmasına ise, bankanın kendisi veya mudisi adına fon sağlayan taraf (rabb al-mal), belirli bir proje için kredi kullanacak müşterisinin de mudarib olduğu durum gösterilebilir. Banka, proje sonunda kendi komisyon ücretini kesip, bütün kârı mudisine vermektedir. Banka, isterse proje yöneticisi de olabilmektedir. Proje yönetimine katılmayan sermayedar, yatırım yaptığı projenin tipine karar verebileceği gibi (kısıtlı mudaraba), proje tipi tamamen mudaribin kararında olabilir.
Mudaraba yöntemiyle hisse senedi ihracında ise, proje yöneticisi (mudarib), eşit değerde pay sahipliğini temsil eden hisseleri sermayedarlara dağıtmaktadır. İhraç genellikle bir banka aracılığı ile olur. Proje sonunda proje kârı (temettü) sahip olunan hisselere dağıtılır.

Muşaraka (Kâr-Zarar Paylaşımı)

Hisse senedi çıkararak finansman sağlanan diğer yöntemlerden biri olan muşaraka, esasında ortak girişimle eş anlamlıdır. Mudarabadan farklı olarak, hem girişimci hem de yatırımcı projeye ortak bir sermaye sağlar. Her iki taraf da kâra ortak olduğu gibi, risk ve zararlara da ortaktır.
Kâr paylaşımı önceden belirlenen oranlarda yapılır ancak herhangi bir tarafa sabit bir getiri belirlenemez. Kâr paylaşımı karşılıklı anlaşmaya bağlı olsa da, zarar paylaşımı sermaye oranında yapılır. Örneğin proje sahibi 100 $, banka da 100 $ yatırarak bir muşaraka anlaşması yapabilirler. Projenin kârlı olması halinde kârın %40’ını proje sahibi, %60’ını banka alabilir. Ancak proje zararla sonuçlanırsa zarar eşit olarak paylaşılmak zorundadır.
Örneğin belli bir miktar sermayeye sahip girişimci, proje için gerekli finansmanın kalanını bankadan sağlayabilir. Banka, finansmanı yine kendisi ya da mudileri adına sağlar. Kâr dağıtımını da, mudarabada olduğu gibi, belirli bir komisyon keserek yapar.
Hisse senedi ihracında da süreç aynıdır. Girişimci kendi koyduğu sermayesinin yanı sıra, proje finansmanını sağlamak için hisse senedi ihraç eder. Proje sonunda temettü dağıtımı yapılır.
Ancak, hisse senedi ihraçlarında mudaraba usulü daha yaygın olarak kullanılmaktadır.
Son yıllarda ayrıca “azalan muşaraka” uygulaması geliştirilmiştir. Bu yöntemde taraflardan biri (genellikle sermayedar) proje dâhilindeki getirinin yanı sıra, zaman içerisinde sözleşmedeki payını da satarak ödeme almaktadır. Sözleşme, finansörün payı bitene kadar devam etmektedir. Bu yöntem mudaraba uygulamasında da kullanılmaya başlamıştır. Azalan muşarakada olduğu gibi, böyle sözleşmelerde sermayedar kârın yanı sıra, zaman içerisinde projedeki payını mudaribe satarak da kazanç sağlayabilmektedir.

Quard Hasan (Faizsiz Borç)

Modern anlamdaki İslami finanstan önce yaygın olarak kullanılan bu uygulamada, borç veren finansal sıkıntıda olan borçlusuna herhangi bir getiri talep etmeden, diğer bir deyişle faizsiz olarak borç vermektedir. Taraflar arasında yapılan sözleşmelerde geri ödeme, verilen borç miktarına eşit olmaktadır. Ancak, borçlu isterse daha fazla ödeme yapabilir fakat bu ödemenin sözleşmede yer almaması gerekmektedir. Zira bu uygulamada, kârdan ziyade sıkıntıda olan birine yardım etme, hayırseverlik esastır.
Quard hasanın İslami finansta uygulaması ise biraz daha farklı şekillenmiştir. Banka bireysel veya kurumsal müşterisi ile yaptığı quard hasan sözleşmesinde, belirli bir teminat altında kredi vermektedir. Banka ayrıca, bu tür kredilerde, kredi miktarından bağımsız olarak (ek ödemenin faiz niteliği taşımasından kaçınmak için) bir miktar ücret alır.

Murabaha (Maliyet ve Kâr Paylı Satış)

Murabaha bir çeşit satış sözleşmesidir. Bu yöntemde, satıcı bir malın maliyetinin ne kadar olduğunu açıklayıp, üzerine belirli bir kâr oranı koyarak satış fiyatını belirler.
Murabahanın finansal piyasalarda uygulanması ise, İslami bankanın müşterisi için bir ürünü satıcıdan alıp müşterisine belirli bir kâr payı (komisyon) koyarak satması şeklinde olmaktadır.
Geri ödeme, taksitli veya peşin olarak yapılabilmektedir. Taksitli ödemede, ödeme tamamlanana kadar malın mülkiyeti banka üzerindedir. Bu durumda banka, hem satıcı hem de müşterisi ile iki ayrı sözleşme imzalamaktadır. Sözleşme imzalanırken, satılan ürün fiyatının, teslim ve ödeme planının belirlenmesi gerekmektedir.
Bankanın aldığı komisyonun faiz niteliği taşıyabileceği hususu bazı İslam âlimlerince eleştirilmektedir. Eleştirilere karşı olarak, bankanın müşterisi için istenilen ürünü araştırıp en düşük fiyata bulduğu için, aslında emeğinin karşılığı olarak kâr aldığı savunulmaktadır. Ayrıca bankanın kazancı, faizin tersine, müşterinin ödeme I geciktirmesi durumunda değişmemektedir. Buna ek olarak, bankanın aldığı komisyonun, müşterisi için satın aldığı malın, müşterisi tarafından alınmaması riskine karşı aldığı da savunulmaktadır. Banka, belirlenen ürünü alırken kendi ya da mudilerinin kaynaklarından yararlanır. İkinci durum söz konusu ise, banka acente konumunda olup, satın alınan ürün mudisinin mülkiyetindedir.
İslami borçlanmada yaygın olarak kullanılan bir diğer uygulama, Bai bithaman ajil’dir. Murabaha ile aynı şekilde uygulanan bu yöntemde finansör, müşterisine satmak üzere kâr payı koyarak bir varlık satın alır. Murabahadan genellikle daha uzun vadeli yapılan bu sözleşmelerde murabahadan farklı olarak, finansör kâr payını açıklamak zorunda.

İcara (Finansal Kiralama)

İcara, bir malın belirli bir dönem için kullanma hakkının satılması olup, finansal kiralamaya çok benzemektedir.İcara başlangıçta ticarette kullanılırken, İslami finansta da uygulanmaya başlanmıştır.
Bir çeşit kira kontratı olan icara sözleşmesinde, kiracıya (mustacir) belirlenmiş fiyatlarla makine, uçak, gemi veya tren gibi varlıkların intifa (kullanma) hakkı sunulur. Sözleşmede mal sahibi (mucir) varlıkların mülkiyetine sahip olup, varlığın bütün risk, sorumluluk ve bakımını üstlenir. Bu sözleşmeler, malın bütün ömrü boyunca değil, kısa dönemler (bir ay, üç ay veya bir yıl gibi) için yapılır.
Daha uzun vadeli icara uygulamasında ise kiralama, mal sahibinin maliyetini amorti edip kâr sağlayana kadar sürebilir. Sözleşme sonunda, kiralayan tarafın malı piyasa fiyatından satın alma imkânı vardır. Sözleşme, kiracının sorumluluklarını yerine getirmediği durumlarda veya her iki tarafın da rızasıyla feshedilebilir.
İcara uygulamasında, İslami banka müşterisi için varlık satın alır, üzerine kâr payı koyarak müşterisine varlığı kiralar. Murabahada banka (mal sahibi) herhangi bir sorumluluk almazken, icarada risk ve sorumluluk bankanın üzerindedir. Murabahada banka müşterisine malı satarken, icarada kiralamaktadır.

Salam (Ön Ödemeli Satış)

Salam, teslimi ilerde yapılacak olan ön ödemeli satış sözleşmesidir. Genellikle tarımsal ürünlerin finansmanında bu yöntem uygulanır. Salam diğer yöntemlere göre daha kısa vadeli finansmanlarda kullanılır. Kontrat sırasında ön ödeme yapılır. Ancak, kalitesi veya miktarı belirlenemeyen mallarda bu yöntem uygulanamaz. Sözleşmede teslim tarihi belirtilir.
İslami bankalar iki farklı salam sözleşmesi ile birinde mal satın alan konumundayken, diğer salam sözleşmesinde komisyon koyarak malı tekrar müşterisine satabilir. Ayrıca, banka isterse malı salam sözleşmesi ile alıp, murabaha (veya başka yöntem) sözleşmesi ile taksitli olarak da satabilir.

Wakala (Vekalet)

Wakala bir çeşit acentelik sözleşmesidir. Wakala sözleşmesinde bir proje veya iş için diğer tarafa (acente) vekalet verilir. Yapılan sözleşmede, vekalet veren taraf, işin başarılı sonuçlanıp sonuçlanmamasından bağımsız olarak, sabit bir ücret öder.
İslami finansta wakala sözleşmeleri ağırlıklı olarak yatırım hizmetlerinde kullanılır. Kişi veya kurum, yatırımlarını yönlendirmesi için bankaya vekâlet verir. Bunun için bir yönetim ücreti öder. Kâr veya zarar doğrudan yatırımcıya aktarılır. Bu yöntem genellikle İslami yatırım fonlarında kullanılır.

İstisna (Satış Emri)

İstisna, genelde inşaat sektöründe gerçekleştirilecek projelerde iki taraf arasında yapılan iş sözleşmesidir. İstisnada bir taraf proje için gerekli ürünleri alırken, diğer taraf üretimi yapar.
İslami bankalar büyük altyapı projelerini finanse etmek için son dönemlerde bu yönteme başvurmuşlardır.
Salamda olduğu gibi, istisnada da malı satan tarafın söz konusu mala sahip olması gerekir.
Alımı yapılacak ürünler istisnaya konu olan projede kullanılır. Salamda sözleşme sırasında ön ödeme yapılırken istisnada ödeme ertelenebilir. Aynı şekilde salamda teslim tarihi kesin olarak belirlenirken, istisnada bu gerekli değildir.
İslami bankalar salam yönteminde olduğu gibi, projelerde iki farklı istisna sözleşmesiyle tarafları birleştirebilir. İlk sözleşmede banka, ürünleri satın alan tarafla ödeme koşullarını belirten bir anlaşma yapar. İkincisinde ise banka, ürünlerin tedarikçisiyle sözleşme yapar.
Banka genellikle ürünleri peşin öder, üzerine kâr payı koyarak ürünü alan tarafa taksitle satar.


Sukuk (Varlığa Dayalı İslami Menkul Kıymetler)

Sukuk yönteminde, belirli bir havuzda toplanan finansal araçlar menkul kıymetleştirilerek ikincil piyasada işlem görürler. İslami bankalar, menkul kıymetleştirmeyi gerçekleştiren özel amaçlı kurum (special purpose vehicle) rolündedir. Havuzda toplanan araçlar; hisse senetleri, emtia, intifa hakkı veya borçlanma araçları olabilir. Varlıkların veya intifa hakkının paraya çevrilebilir nitelikte olması gerekir.
İslami finans mühendisleri, son yıllarda daha önceki bölümlerde bahsedilen yöntemlere gore mudaraba, icara, murabaha, salam gibi yöntemler kullanarak çeşitli İslami bonolar türetmişlerdir. Murabaha veya muşaraka yöntemiyle menkul kıymetleştirilen sukuk çeşitlerinde anapara ile getiri yatırımcılara garanti edilmez ve kâr payı önceden belirlenen oranlarda paylaşılır. Yatırımcılar bu araçlar üzerinde bütün haklara sahipken, bütün sorumlulukları da taşırlar. Borçlanma araçlarını baz alan sukuklardaki dayanak varlık yine İslami prensiplere uygun olmalıdır.
Örneğin murabaha sukukunda şirket 100 $ değerindeki ihtiyacı olan varlığı almak için İslami bankayla (özel amaçlı kurum) sözleşme yapar. Banka 10 $ değerinde 10 tane sukuk ihraç eder. Yatırımcılardan topladığı 100 $ fonla malı satın alır. Ardından, aldığı malı, üzerine önceden belirlenen 20 $ kâr payını koyarak 120 $ karşılığında şirkete 12 aylık vadeyle satar.
Bu sukuk ihracında başlangıçta 100 $ sermaye koyan yatırımcılar 12 ayda 120 $ geri ödeme almış olur.

İslami Sermaye Piyasası

İslami bankacılık ve sigortacılıktaki gelişmelere paralel olarak, sermaye piyasası da oluşmuştur. Malezya, Kuveyt, Sudan ve İran gibi ülkelerdeki bankalar, likidite yönetimi için İslami sermaye piyasası araçlarını kullanmaktadırlar.
İlk İslami bono, Malezya hükümeti tarafından 1983 yılında ihraç edilmiştir. İslami bankaların varlık yönetimini kolaylaştırmak için oluşturulan bu bonolar, quard hasan (faizsiz borç) usulüne göre ihraç edilmiştir. Ancak bu bonoların ikincil piyasada işlem görmesine izin verilmemiştir. Malezya’nın ardından Kuveyt Merkez Bankası, mudaraba usulünde bono ihraç etmiştir.
Yine 1983’te Malezya’da, şeriat kurallarıyla uyumlu hisse senetleri çıkarılmıştır. 1996 yılında ilk İslami hisse senedi endeksi Malezya’da bir şirket tarafından oluşturulmuş, üç yıl sonra da Dow Jones ve FTSE, İslami endeksler yayınlamaya başlamıştır.
İslami fonlar da gelişen sermaye piyasasında yerini almıştır. İlk İslami fon, Hindistan’da 1984 yılında kurulan Amana yatırım fonudur.
Günümüzde şeriat prensipleri dahilinde İslami finans hizmetleri ve araçları çeşitlenmiştir.
Yapılandırılmış ürünler, proje finansmanı, girişim sermayesi ve varlık yönetimi hızla gelişen sermaye piyasası alanlarındandır. Bu bölümde temel enstrümanlar ele alınmaktadır.

A. İSLAMİ HİSSE SENETLERİ

İslami hisse senetleri, şeriat prensiplerine uygun alanlarda faaliyet gösteren şirketlere ait hisse senetlerini ifade etmektedir. Genel olarak yasaklanan faaliyetler, alkol veya domuz eti üretim ve dağıtımı, kumar, faize dayalı finansal hizmet veren bankacılık ve sigortacılık faaliyetleridir. Bu faaliyetlerin yanı sıra, bazı ülkelerde sigara, silah, müzik, sinema, otel ve eğlence gibi faaliyet alanları da yasaklanmıştır.
Bu faaliyetlerin dışındaki şirketler için de belirli kıstaslar vardır. Örneğin Hindistan’da şirket kârının belirli bir bölümü faiz gelirlerinden oluşuyorsa, yatırımcının faize ait kısmı almaması gerekmektedir. Örneğin bir firmanın gelirlerinin %5’i faiz gelirlerinden oluşuyorsa, yatırımcının iştirakten gelen kâr payının %5’ini hayır kurumlarına bağışlaması gerekmektedir. Pakistan’da bu oran %10’dur.
Öte yandan Malezya’da, hisse senetlerinin ikincil piyasada işlem görmesi için şirketin likit olmayan varlıklarının toplam varlıklardaki payının %50’yi aşması gerekmektedir. Ayrıca, bu şirketlerin borç/özkaynak, nakit/varlık, alacak/piyasa değeri oranları da bakılan diğer kriterlerdendir. Genellikle bu oranların en fazla üçte bir olması şartı vardır.
Hisse senetlerinin şeriat kurallarına uygunluğu Malezya gibi örneklerde ülke sermaye piyasası düzenleyicisi içinde oluşturulan şeriat danışma kurulu tarafından belirlenmektedir. Uygun şirketlerin listesi her yıl toplanan kurul tarafından açıklanmaktadır. 2006 yılı itibariyle, Malezya Borsasında kote olmuş menkul kıymetlerin sayı olarak %86’sını, piyasa değeri açısından %64’ünü oluşturan İslami hisse senetlerine ilişkin veriler grafikte verilmiştir. Malezya’da 1999-2006 döneminde, iki kattan fazla artan İslami hisse senetlerinin toplam piyasa değeri 156 milyar $’a ulaşmıştır.
Bir diğer uygulamada ise, senetlerin İslam’a uygunluğu, sermaye piyasası düzenleyicisi gibi merkezi bir kurum yerine özel kurumlarca da tespit edilebilir. Örneğin, bir banka İslami kurallara uygun bir ürün geliştirmek istiyorsa, kendisi bir şeriat danışma kuruluna başvurup onay alabilir, ya da yatırım ilkelerini kendisi belirleyebilir.
Örneğin, Hindistan’da Parsoli isimli bir yatırım şirketi, şeriat ilkelerine uygun, yatırım yapılabilecek hisse senetlerini belirlemiştir. Parsoli, daha önce belirtilen yasaklı faaliyetlerin yanı sıra, şeker ve deri üretimi ile müzik, sinema gibi faaliyetlerde bulunan şirketleri de şeriata uygun bulmamıştır. Ayrıca, yatırım yapılacak şirketin toplam borçlarının piyasa değerine oranının %35’i, alacakların toplam varlıklara oranının %45’i, faiz gelirlerinin toplam
gelirlere oranının %10’u geçmemesi gibi kısıtlamalar getirmiştir. Parsoli’ye göre, hâlihazırda 3.456 şirketin kote olduğu Hindistan Borsasında, 1.184 şirket İslami kurallara uygun niteliktedir.
İlki 1999 yılında kurulan Dow Jones İslami piyasalar endekslerinin sayısı 70’i aşmıştır. Alkol, domuz üretimi, eğlence ve finansal faaliyetlerin yanı sıra, sigara ve silah üretimi yapan şirketler Dow Jones İslami endekslerinde yer almamaktadır. Şirketler bağımsız bir şeriat kurulunca belirlenmektedir. Kurumun halihazırda İslam hukukunda uzmanlaşmış 5 üyesi vardır. Dow Jones Global İslami Endeksi içerisinde 45 ülkeden 2.636 şirket vardır. Mart 2008 itibariyle bu endeksteki şirketlerin piyasa değeri 19 trilyon $’ı aşmıştır.
Dow Jones İslami Piyasa Türkiye Endeksi, 2004 yılında oluşturulmuş olup, İMKB’de işlem gören 26 şirketi kapsamaktadır. Endeksteki şirketlerin piyasa değeri Mart 2008 itibariyle 30 milyar $’dır. Ayrıca bu endekse dayalı bir borsa yatırım fonu da mevcuttur.
1999 yılında FTSE de İslami hisse senetleri için İslami endeksler oluşturmaya başlamıştır. Halihazırda 5 endeks vardır. Endekslerde yer alacak şirketler şeriat uzmanlarınca belirlenir.
Türev piyasasının işleyişinde belirsizliğin söz konusu olması, bu ürünlerin İslami finans sistemi içinde gelişmemesine yol açmıştır. Ancak 2006 yılında, Malezya’da İslami prensiplere uygun hisse senetlerine dayalı vadeli işlem sözleşmeleri oluşturulmuştur.

B. İSLAMİ TAHVİLLER (SUKUK)

Genel itibariyle İslami bonolar, herhangi bir varlık alım satımı, finansal kiralama ya da ortak girişime katılım şeklinde yapılan sözleşmelerdir. İslami bonolarda temel olarak yukarıda bahsedilen sukuk yöntemi uygulandığı için, bu bonolara sukuk da denilmektedir. Diğer bonoların aksine, İslami bonoların dayanağı bir varlık olmalı ve uygulamaları icara, mudaraba, muşaraka gibi yöntemler dahilinde olmalıdır. Tahvillerin yapısının uygunluğu şeriat otoriteleri
tarafından denetlenmektedir.
İkincil piyasada işlem gören ilk borçlanma araçları 2000 yılında Bahreyn’de görülmüştür. Daha sonra Malezya ve diğer İslam ülkelerinde de ihraç edilmeye başlamıştır. Bu tür ihraçlar Müslüman olmayan ülkelerde de yapılmaya başlamıştır. Devletler veya özel şirketler sukuk ihracı yapmaktadır. Sukuklar İslami finans sisteminde hızla gelişen yatırım araçlardır.
İleride değinilecek olan Uluslararası İslami Finans Piyasasından (International Islamic Financial Market- IIFM) alınan verilere göre, sukuk ihraçlarında genellikle özel sektör tahvilleri daha büyük bir paya sahiptir. 2007 yılında ihraç edilen sukuk hacminin %81’I şirketler tarafından gerçekleşmiştir.

C. İSLAMİ FONLAR

İslami fonların yönetimi, şeriat kuralları çerçevesinde ve şeriat kurullarının danışmanlığında yapılmaktadır. Farklı araçlara yatırım yapabilen İslami fonlar, genel olarak İslami hisse senetlerine yatırım yapmaktadır. İslami fon piyasasının 2006 sonu itibariyle 80 milyar $’a ulaştığı tahmin edilmektedir.
İlk İslami hisse senedi yatırım fonu 1993 yılında Malezya’da oluşturulmuştur. Fon kurucusu, yatırımcılardan mudaraba, wakala gibi usullerle aldıkları tasarrufları İslami hisse senetlerine yatırırlar. Portföydeki hisse senetlerinin seçimi genellikle fon yönetimindeki şeriat denetleme birimlerinin dâhilinde olur. Fon kazançlarının dağıtım şekli, uygulanan yönteme göre değişir.
Aynı şekilde, fon yöneticisinin (genelde banka) kazancı da sözleşmeye bağlıdır. Örneğin, banka mudaraba sözleşmesinde, kâra ortak olurken, wakala sözleşmesi yapılmışsa komisyon alır. Ernst & Young’ın yaptığı bir araştırmaya göre, 2006 sonunda İslami hisse senedi yatırım fonlarının sayısı 300’e, toplam portföy büyüklüğü de 20 milyar $’a yaklaşmıştır. Türkiye’de ise 4 tane İslami yatırım fonu bulunmaktadır.
Hisse senedinin yanı sıra, gayrimenkul, icara ve murabaha fonları da gelişmiştir. Murabaha fonlarında satın alınan malların satışından elde edilen kâr fonun getirisidir. İcara fonlarının getirisi de aynı şekilde belirlenir. Emtia fonları genellikle alüminyum, bakır, nikel, platin gibi metallere yatırım yapmaktadır.
Gayrimenkul yatırım ortaklıkları da sistemde yerini almıştır. Ernst & Young’a gore İslami gayrimenkul yatırım ortaklıklarının ortalama portföy değeri 2002-2006 arasında yıllık ortalama %36 artarak 189 milyon $’a ulaşmıştır.
İslami prensiplere uygun gayrimenkul yatırım ortaklıkları en sık Orta Doğu ve Avrupa’da görülmektedir. Bu fonlar konut, ticari alanlar, depolama merkezleri, park yerleri gibi faaliyetlere yatırım yaparlar. Diğer gayrimenkul yatırım fonlarından farklı olarak, yatırım yapılan alanların İslami kurallara uygunluğu ön plandadır.
Öte yandan, İslami serbest fonlar (hedge fund) da kurulmaya başlanmıştır. 2003 yılında Suudi Arabistan’da özel bir yatırım şirketi tarafından oluşturulan Alfanar Equity Hedge Fund ilk örnektir. Şeriat kuralları dahilinde borsa yatırım fonları (BYF) da oluşturulmuştur. Müslüman olmayan ülkelerdeki ilk İslami BYF İngiltere’de kurulmuştur.
Moodys’in yaptığı aynı araştırmaya göre, 2007 sonu itibariyle global İslami fon sayısı 700’ün üzerine çıkmıştır. Ancak henüz gelişmekte olan bu piyasadaki fonların yarısı 50 milyon $’dan küçüktür. Bununla birlikte, İslami fonların yaklaşık %65’i Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Asya Pasifik ülkelerinde bulunmaktadır.
Özel sermaye yatırımları (private equity) gelişmekte olan bir diğer alandır. İslami kurulların onayıyla oluşturulan bu fonlar, en çok Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde yoğunlaşmıştır.












KAYNAKÇA

Islami finans sistemi, Gökben Altaş, Şübat 2008

Risk Issues at Islamic Financial Institutions, Moody´s, Ocak 2008

Islamic Banks and Financial Stability: An Empirical Analysis, Martin Eihak and Heiko Hesse, IMF, Ocak 2008

Islamic Finance In The UK: Regulation and Challenges, FSA, Kasım 2007

The Islamic Funds and Investments Report 2007, Ernst and Young, Mayıs 2007

The Economics of Islamic Finance and Securitization, International Monetary Fund, Ağustos 2007

Islamic Capital Market Task Force of IOSCO, IOSCO, temmuz 2004

KURAN-I KERİM ve YÜCE MEALİ, Prof. Dr. Süleyman Ateş, 2001

www.bankserpeh.ir

www.ifsb.org

www.isdb.org

www.iirating.com

www.aaoifi.com








Türkiyenin AB ye avantajları


T.C. MARMARA ÜNIVERSİTESİ BANKACILIK VE SİGORTACILIK ENSTİTÜSÜ BANKACILIK BÖLUMU DOKTORA SINIFI 1. DONEM 2008-2009






Türkiyenin AB ye avantajları







Akbar SAFDARİ


1/28/2009



Önsöz

Türkiye, Avrasya coğrafyasının merkezinde bir köprü konumundadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasıyla birlikte, Avrupa Birliği artık Kafkasya ile komu haline gelecek ve Orta Asya’ya geçi imkanı elde edecektir. en önemli gelişmelerden birisinin de Avrupa Birlığının genişleme süreci kapsamında, Türkiye’nin Enerji konusu AB açisindan sadece iktisadi güvenliğin sağlanmasi ve dişa bağimliliğin sınırlandırılması için değil, ayni zamanda diş politikada etkin bir araç oldugu için de önemlidir.öte yandan Türkiye’nin nüfus yapısı ve demografik özellikleri henüz çok fazla tartışılmaya başlanılmamıştır. Yetmiş milyonluk dev bir ülke olarak gösterilmesine rağmen bir aday ülkedeki toplam nüfus adaylık sürecini etkileyen en önemli demografik özellik dir. Üyelikleri en son kabul edilen ülkelerle birlikte Avrupa Birliği içinde demografik yapısı cok gelgindir. AB sonuçları gelecekte bir hayli etkili olacak olan demografik bir dönüşüm geçirmektedir. Bu dönüşümün parametreleri doğum oranlarının düşmesi, yaşam sürelerinin uzaması, yaşlı nüfusun artmasıdır. Başka bir bakışlaTürkiye'nin jeopolitik konumu belirlenirken, dünyadaki güç odaklarını göz önünde bulundurmak gerekir. Bugün için dünya coğrafyasında bulunan güç merkezleri, ABD, BDT, AB, Çin ve Japonya'dır. Türkiye tüm bu güç odaklarının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye'nin jeopolitik konumu oldukça önemlidir. Türkiye; İslam Dünyası ile Hıristiyan Batı Dünyası'nın karşılaşma bölgesinde bulunan Müslüman bir devlettir.Türkiye, jeopolitik ve jeokültür levhalar üzerinde sınır ülkesidir. Yani batıdan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğudan Asya kültürü ve güneyden Afrika ve Arap kültürü ile sınırlıdır. Dolaysıyla Türkiye, aynı zamanda dünya kültürlerinin kesişme noktasında bulunur. Türkiye`nin `Avrupa Birliği Adaylığı`nın turizm endüstrisine getirdiği avantajlara baktığımda; Türkiye`nin AB üyeliği adaylığı, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere turizm pazarlarındaki imajı üzerinde olumlu bir etki yapmıştır ve Türkiye`nin ekonomide AB kriterlerine uyum için harcayacağı çabalar ekonomide de daha fazla istikrar anlamına gelmektedir. İç pazarda bu sayede bir canlama yaşanabilir.ben bu makalede Türkiyenin avantajlarını 4 açıdan incelemeye çalışacağm.






Enerji Açısından
Enerji, sanayi devrimi ile birlikte günümüz uluslararasi ilişkiler sisteminde ekonomik ve politik gelişmeye yön veren önemli bir unsurdur. Dünyanin ekseni haline dönüşen enerji kaynaklarinin bulunmasi, işletilmesi ve transferi insanligin ortak çikarlarına temel teşkil ederken, ayni zamanda uluslararasi ilişkiler sistemini ve güvenligini önemli ölçüde etkileyen temel bir dinamik halini almistir
2004 yili verilerine göre toplam birincil enerji üretiminin yaklaşık %38’i gelişmiş ülkelerde gerçekleşirken, geri kalan %62’lik pay gelişmekte olan ülkelerde gerçeklesmistir . Yani, dünya enerji üretiminin büyük bir bölümü gelişmekte olan ülkelerde gerçeklestirilirken, bu enerjinin yine büyük bir bölümü gelismis ülkelerde tüketilmektedir. Dolayisiyla, üretilen enerjinin gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere dogru bir transferi söz konusudur. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler ve bu ülkelerdeki enerji kaynaklari, gelişmiş ülkeler açısından, gelecekteki enerji ihtiyaçlari da göz önüne alindiginda enerji politikalarinin vazgeçilmez unsurlaridir.
Türkiye-Avrupa Birligi (AB) ilişkilerinin gelecegini AB’nin enerji ihtiyaci ve güvenligi açisindan degerlendiren çalisma, bu baglamda üyelik müzakerelerinde Türkiye’nin firsat ve üstünlüklerinin fazla oldugunu ve AB’nin Türkiye’yi Birlik dişinda tutma lüksünün bulunmadigini savunmaktadir.
AB’nin enerji güvenligi açisindan Türkiye’nin sahip oldugu firsat ve üstünlükler tartişilirken birçok türü bulunan enerji kaynaklarindan sadece hidrokarbon olarak bilinen petrol ve dogal gaz ele alinmistir. Zira dünya enerji tüketiminin yarisindan fazlasi sadece bu iki enerji kaynagindan oluşmaktadir. Ayrica, ülke ekonomileri açisindan petrol ve özellikle doğal gaz, diger enerji kaynaklarina göre çok daha fazla öneme sahiptir.
Hazar bölgesi enerji kaynaklarinin AB için alternatif ve/veya kaynak çeşitliliginin saglanmasindaki potansiyeli üzerinde durulacak olan üçüncü bölümden sonra, bu kaynaklarin Bati pazarlarina taşinmasinda öne çikan projeler incelenecektir. Türkiye’nin bu projelerdeki etkin konumunun da ortaya konacagi bölümde, AB için üyelik sürecindeki Türkiye’nin neden önemli bir ülke oldugunun incelemesi yapilacaktir.
Petrolün uluslararasi ticarette kaynak bölgesi olan Ortadogu, dünya petrol ticaret hacminin yaklağik %40’lik kismini karşılamakta,
Dogal gazda uluslararasi ticaret iki sekilde yapilmaktadir. Bunlardan ilki, 2005 yili verileri ile uluslararasi ticaretin %74’lük kismini içeren boru hatlari yoluyla gerçeklesen dogal gaz ticareti, ikincisi ise uluslararasi ticaretin %26’lik kismini içeren sivilastirilmis dogal gaz (LNG) ticaretidir. Boru h atlari ile yapilan uluslararasi ticarette Rusya Federasyonu (%24,6), Kanada (%13) ve Norveç (%8) en önemli ihracatçi ülkeler arasinda yer almaktadir (IEA, 2006a). LNG ticaretinde ise Endonezya (%16,7), Malezya (%15,1), Katar (%14,4) ve Cezayir (13,6) önde gelen ihracatçi ülkelerdir. LNG ticaretinde önemli ithalatçi ülkeler arasinda ise Japonya, Güney Kore ve Fransa basta gelmektedir. Avrupa Birligi ülkeleri ise ithalatlarinin önemli kismini Endonezya, Malezya, Cezayir ve Katar’dan saglamaktadir (BP, 2006).
AB enerji politikalari çalişmalarinda 2030 yili projeksiyonlari, toplam enerji tüketimi içerisinde fosil yakit payinda azalma olacagini öngörmektedir. 2030 yilina kadar enerji tüketiminde artis saglanacagi, bu artisin 2000 yili enerji tüketim rakamlarina göre %15 oraninda gerçeklesecegi tahmin edilmektedir. 2000–2030 döneminde 240 milyon ton petrol esdegeri (mtep) enerji tüketim artisinin, sadece dogal gaz ve yenilenebilir enerji kaynaklarindaki artis ile saglanacagi öngörülmektedir. 2030 yili projeksiyonunda toplam enerji tüketiminde fosil yakitlarin payi %76,6’ya gerilemekte, kömür ve petrol tüketiminde sirasiyla %3 ve %5 oraninda düsüse karsilik, dogal gaz tüketiminde %5 oraninda artis beklenmektedir (European Commission, 2006b).3
Dünyanin giderek artan enerji ihtiyacinin, enerji üretim ve tedarik altyapilarina son derece büyük yatirimlar yapilmasini gerektirecegi tahmin edilmektedir. Ö nemli petrol ve dogal gaz üreticilerinin artan enerji talebini karsilamak için yen i yatirimlara girismek konusunda istekli olup olmadiklari hususunun belirsiz oldugu tespiti yapilan IEA raporunda ayrica, yatirim ortami ve fizibilite çalismalarina iliskin eksikliklerin alti çizilmektedir. 2005– 2030 dönemi için enerji yatirimlari toplaminin 20 trilyon dolarin üstünde gerçeklesecegi öngörüsünde bulunan IEA, bu toplam degerin %56’sinin elektrik enerjisi üretiminde gerçeklesecegini tahmin etmektedir. Petrol sektöründe ise öngörülen yatirim miktari yaklasik 4 trilyon dolardir. Toplam enerji yatirimlarinin yarisindan fazlasinin, enerji tüketimi ve üretiminin hizla büyüdügü gelismekte olan ülkelerde gerçeklestirilecegi tahmin edilmektedir. Bu dönemde Çin, dünya toplam enerji yatirimlarinin %18’ine, yani yaklasik 3,7 trilyon dolarlik yatirima ihtiyaç duymaktadir (IEA, 2006b).
Ülkelerin enerji güvenlikleri ile ulusal güvenlikleri arasinda dogrudan ve güçlü bir iliski bulunmaktadir. Ucuz, kesintisiz, verimli ve gerek kaynaklar, gerekse temin yollari açisindan çesitlendirilmis enerji üretimi politikasi, her ülke için ulusal güvenligin vazgeçilmez bir unsurudur. Enerji kaynaklarinin sagladigi potansiyeli kontrol etme kabiliyeti, ülkelerin enerji güvenliklerine yönelik politikalari açisindan siyasi ve ekonomik bagimsizlik kadar önemlidir ve siyasi arenada önemli bir yaptirim imkani saglar. Ülkelerin güvenligi ve ulusal menfaatlerinin karsilanmasi, günümüzde büyük ölçüde enerji kaynaklarinin ve nakil güzergahlarinin hakimiyetine dayanmaktadir. Bu bakimdan dünya enerji tüketiminin büyük bir yüzdesini olusturan fosil yakitlarin üretimi kadar korunmasi ve kontrolü de vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Enerji üretiminin ve naklinin güvenligi sadece konuya muhatap ülkelerin kendi diplomatik politikalari ile sekillenmemekte; büyük enerji firmalari ve diger aktörlerin çikarlarinin etkilesimi süreci belirlemektedir
Hazar bölgesindeki petrol ve dogal gaz rezervlerinin miktari ve bunun dünya rezervleri içindeki payina yönelik çok degisik rakamlar, çesitli ortamlarda öne sürülmektedir. Bu rakamlarin ciddi boyutta farkliliklar gösterdigi de dikkatli gözlerden kaçmamaktadir. Bu farkliliklar, üretilebilir rezerv ve olasi rezerv gibi tanimlarin, konuyu yeterince bilmeyen kesimlerce karistirilmasindan kaynaklanmaktadir. Ayrica rezerv tanimlari konusunda yeterince bilgili bazi kesimler de (örnegin dev petrol
Hazar bölgesi enerji kaynaklarinin yeni ulasim rotalari ile dünya piyasalarina tasinmasi önemli bir gerekliliktir. Denize kiyisi olmayan Hazar bölge
ülkelerinin enerji kaynaklarinin tasinmasinda araya köprü devletler girmektedir ki, bu köprü görevini üstlenmek isteyen iki rakip ülke Türkiye ve Rusya’dir. Su anda Hazar çevresinde var olan boru hatlari, eski SSCB’de üretici ve tüketici ülkeleri birbirleriyle ve özellikle Rusya ile içsel olarak baglantili hale getirmek için planlanmis ve u ygulanmistir. Bu nedenle, eski rotalarin hepsi Rusya’dan geçmektedir (Ivanov ve Shelia, 1998). Rusya’ya kaynak ülke olarak çok önemli üstünlükler saglayan bu durum, zaman içinde hem Türkiye’yi, hem de AB ülkelerini önemli risklerle karsi karsiya birakabilecektir.
Azerbaycan ve Kazakistan petrolü ve Türkmenistan dogal gaz rezervlerinin varligi ve büyüklügü dünya enerji devlerinin bölgeye akin etmesini saglarken, pazara ulasmayan bu kaynaklarin herhangi bir öneminin olamayacagi da açiktir. Hazar enerji kaynaklari söz konusu edildiginde, bölgedeki petrolün disa naklini saglayacak olan bes temel cografya içerisinde en ön planda olanlar Karadeniz ve Akdeniz cografyalaridir. Hazar Denizi dogusundaki Kazak petrolleri Karadeniz’i, batisindaki Azeri petrolleri de Akdeniz’i ön plana çikarmaktadir. Gerçekte ise Karadeniz bir ara ve geçis bölgesi niteligindedir. Dolayli da olsa ulasilmak istenen Akdeniz’dir (Gül ve Gül, 1995). Azerbaycan petrolünün (ve sonrasinda Kazakistan petrolünün) Akdeniz’e indirilmesi konusunda bugün itibariyle projeden uygulamaya geçmis olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) hatti Dogu Anadolu Bölgesinden bu akisi saglarken, henüz yatirim asamasindaki Samsun-Ceyhan hatti ile de Karadeniz’e çikan petrolün Akdeniz’e akisi saglanmis olacaktir
Hazar bölgesi petrollerinin Bati pazarina ulastirilmasinda Türkiye’nin elde ettigi bu başari ve ayni zamanda Kazakistan’in artan petrol üretiminin ihraci için bu hatta sicak bakmasi, Rusya açisindan stratejik bir risk ifade etmektedir. Bu çerçevede Rusya, yaklasik on yildir tartisilan ve Bogazlari bypass eden Burgaz-Aleksandrapolis Projesinin hayata geçmesine büyük önem vermektedir. Rusya, böylelikle hem kendi petrolünü Bogazlar sorunu olmadan ihraç etmis olacak, hem de BTC’y e petrol destegi verecek olan Kazakistan petrolünü de ihraç ederek belki bir anlamda Kazakistan’in BTC’ye olan destegini kirmis olacaktir.
Petrolden sonra, Avrupa ülkeleri için önceki bölümlerde tespit ettigimiz nedenlerle büyük önem tasiyan dogal gazin Bati pazarina tasinmasi durumuna bakmak gerekir. Avrupa ülkeleri için Rusya’dan sonra Katar, Iran ve Türkmenistan alternatif dogal gaz alanlaridir. Birçok politik ve teknik engele ragmen Iran ve Türkmenistan dogal gazlari boru hatlariyla Avrupa’ya tasinabilir görünmektedir.
Rusya, eski SSCB boru hatlari sayesinde Hazar bölge ülkelerinin Batiya açilan kapisi niteligindedir. Rusya bastan beri bu durumu degistirecek alternatif projelere sürekli olarak karsi çikmaktadir. Petrolde oldugu gibi dogal gazda da SSCB döneminden kalan ve iki kolu olan Orta Asya Merkez Boru Hatti, Rusya’ya bu üstünlügünü halen devam ettirmektedir. Hattin bati kolu Türkmen gazini kuzeye, Kazakistan üzerinden Rusya’ya; dogu kolu ise Türkmenistan’in dogu sahalarinda üretilen gazi, güney Özbekistan gaziyla birlikte Özbekistan üzerinden kuzeybati yönüne tasimaktadir. Her iki kol Kazakistan’da birlestikten sonra Rusya’ya ulasmakta ve gaz buradan dünya pazarlarina aktarilmaktadir (Pamir, 2004).
Türkiye, bölge doğal gazinin kendi topraklari üzerinden aktarilmasi için, öncelikle Azerbaycan’a ait Sah Deniz yataginda Mayis-1999’da yaklasik 1 trilyon metreküp tahmini rezervli dogal gazin ortaya çikarilmasi ile BTC’ye paralel Sah Deniz Dogal Gaz Projesini (Bakü-Tiflis-Erzurum-BTE) gündeme getirmistir. Daha sonra ise Türkmenistan gazinin Hazar Denizi, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye topraklarindan geçerek Azerbaycan gaziyla birlikte aktarilmasini saglayacak olan Trans-Hazar Projesi üzerinde yogunlasmistir

Nüfus açısından


Türkiye’nin nüfus yapısı ve demografik özellikleri henüz çok fazla tartışılmaya başlanılmamıştır. Yetmiş milyonluk dev bir ülke olarak gösterilmesine rağmen bir aday ülkedeki toplam nüfus adaylık sürecini etkileyen en önemli demografik özellik midir? Üyelikleri en son kabul edilen ülkelerle birlikte Avrupa Birliği içinde demografik yapı nasıldır? Bu yapıda Türkiye’nin yeri neresidir? Bu ve benzeri soruları yanıtlamanın en iyi yolu Avrupa Birliği ve aday ülkelerdeki demografik yapının ortaya çıkarılması ve değişkenlerin tek tek incelenmesindense ortaya çıkarılan bu yapının bir bütün olarak analiz edilmesidir. Bu bağlamda demografik yapıyı oluşturdukları kabul edilen ve çok değişkenli normal dağılıma uygunlukları araştırılan kaba doğum oranı, kaba ölüm oranı, doğurganlık oranı, beklenen yaşam süresi, 0-14 yaş aralığındaki nüfus oranı, 65 ve üstü yaşlardaki nüfus oranı, nüfus artış hızı, toplam nüfus, hizmet sektöründe çalışanların oranı, sabit ve mobil telefon sayısı, internet kullanıcısı sayısı, kişisel bilgisayar sayısı, işsizlik oranı, ve yüksek öğretim oranı değişkenleri bu bildiride değişken olarak ele alınmıştır.
Dünyamız sonuçları gelecekte bir hayli etkili olacak olan demografik bir dönüşüm geçirmektedir. Bu dönüşümün parametreleri doğum oranlarının düşmesi, yaşam sürelerinin uzaması, yaşlı nüfusun artmasıdır. Bu dünyamız için yeni bir olgudur. Bu dönüşüm yeni bir sosyal politika alanının geleceğini tartışmaya açmıştır. Yaşam sürelerinin yükselmesi gelişmiş ülkeler açısından gelişmişlik ve refah göstergesi sayılırken uzun yaşam süresinin neden olacağı sosyal sorunlara çözüm üretememe krize yol açmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yaşam sürelerinin uzaması ulusal devletin refah dağıtma etkinliğinin azalmasıyla eşzamanlı olarak gelişmiştir. Yine gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfusun artışının yanısıra doğum oranlarının düşmesi nüfusun istikrarlı artışı bir yana nüfusun azalmasıyla sonuçlanmaktadır. Azalan nüfus içinde yaşlıların artışı genç ve eğitimli nüfusun azalışı önemli bir stratejik avantajın kaybı anlamına gelmektedir. Bu açıdan Fransa Almanya ve Benelüks ülkeleri demografik dönüşümden olumsuz olarak etkilenmektedirler. Türkiye’de demografik bir dönüşüm geçirmekle beraber gelişmiş ülkeler düzeyinde bir kriz düzeyine ulaşmış değildir. 60 yaş üzeri nüfus 6 milyon civarındadır. AB müzakerelerinin başladığı bu günlerde sık sık dile getirilen Türkiye’nin genç nüfus avantajı 20 yıllık nüfus projeksiyonları dikkate alındığında farklı sonuçlara yol açabilecektir.
Yaşlı nüfusun çok ciddi iktisadi ve sosyal sorunlara yol açtığı ülkeler grubu Batı Avrupa içinde yer almaktadır. Batı Avrupa’ya yakın pozisyonda bulunan tek ülke Japonya’dır. Demografik dönüşümün Türkiye’yi dolaysız olarak etkileme potansiyeline sahip ülkelerin başında üyelik müzakerelerine başladığımız AB ülkeleri gelmektedir. Genç ve eğitimli nüfus ülkelerin büyük iktisadi güç olma pozisyonunu belirlemektedir. Nüfusu Yaşlanma eğilimi içine giren ülkeler 21.Yüzyılda kaybeden ülkeler olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında AB ülkeleri nüfus avantajlarını hızlı bir şekilde kaybetmektedir. Robert J. Samuelson’a göre “Avrupa'nın doğum oranları, çocuk yetiştirme yaşındaki her kadın için 2.1 çocuk olarak tayin edilen makul oranın hayli altında: Batı Avrupa'da 1.5. Söz konusu oran Almanya'da 1.
4, İtalya'da 1.3. Bu oranların böyle devam etmesinde halinde bir asra kadar Almanya'da Alman, İtalya'da da İtalyan kalmayacak. Üstelik nüfusun altıda biri 65 yaş ve üzerinde. Bu oran 2030'a gelindiğinde dörtte bir, 2050'ye gelindiğinde ise üçte bir olacak. Modern ekonomilerin, büyük oranda hükümet gelirlerine (bunu yüksek vergiler diye de okuyabilirsiniz) bağlı yaşayan bu denli ihtiyar bir nüfusla nasıl işleyeceğini ise kimse bilmiyor.”[1] Düşük doğum oranlarına bulunacak çözümlerin başında dış göçü arttırmak.
geliyor ancak bu çözüm Avrupa Birliğinin çekingen davrandığı çözümlerden biridir. AB içinde dışarıdan işgücü transferi olmaksızın artan yaşlı nüfusun neden olduğu sorunları aşmak imkansız hale gelmiştir. Avrupa Birliği artan yaşlı nüfusa sosyal destek konusunda ciddi bir çıkmaz yaşamaktadır. Düşük ekonomik büyümeyi aşmak kısa vadede sosyal güvenceleri, vergileri, ve kısıtlamaları azaltmaktan geçmektedir. Bu anlayış AB sosyal modeliyle çelişmektedir. Sosyal güvenlik harcamalarını her yıl artan insan ömrü ve yaşlı nüfus karşısında aynen sürdürmek imkansız hale gelmiştir. Bu gün yaşlıların artan ilaç faturaları sağlık politikalarını zorlamaktadır. AB’nin artan yaşlı nüfusa yönelik sosyal politikaları sürdürülebilir kılması büyük ölçüde bu alanda reform yapmasını zorunlu kılıyor.
Tablo1:60 yaş ve üzerindeki nüfusun ülke nüfuslarına oranı

1980-1991
2000
2005
2010
2025
ABD
%16.07
%16.27
%16.81
%18.41
%24.21
Kanada
%15.65
%16.70
%17.86
%20.00
%27.75
İngiltere
%20.92
%20.42
%20.91
%22.54
%27.39
İtalya
%21.42
%23.89
%24.88
%26.58
%32.54
Almanya
%20.40
%23.27
%24.91
%25.88
%32.90
Fransa
%19.14
%20.53
%20.84
%23.00
%28.49
İspanya
%19.36
%21.75
%22.68
%23.94
%30.08
Çin
%8.45
%10.12
%10.90
%12.38
%19.94
Güney Kore
%7.65
%10.88
%12.73
%14.87
%26.13
Japonya
%17.40
%23.14
%26.12
%29.74
%34.24
Avustralya
%15.55
%16.47
%17.53
%19.56
%25.62
Tayland
%7.33
%9.88
%11.26
%12.92
%20.77
Brezilya
%5.4
%7.8
%8.82
%10.11
%16.13


Nüfus Sayım Araştırması: 60+ yaşındakilerin nüfusa oranı

Tablo 2: Türkiye’de nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı

0-14 Yaş
15-64 Yaş
65 Yaş ve Üstü
Türkiye-1990 (1)
35.0
60.7
4.3
Türkiye-2003 (2)
26.3
64.2
8.0
Türkiye-2015(3)
21.0
67.6
11.4
Kaynaklar
1: DİE verileri2: Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün 7 Şubat 2003 tarihli verisi
3: 1990-2003 dönemi gelişimi esas alınarak ve o tarihte yaşlı olacak 53-65 yaş arası nüfus miktarı göz önünde bulundurularak hesaplandı

AB’nde artan yaşlı nüfusun neden olduğu sorunlara çözüm arayışı devam ederken, Türkiye’de de demografik bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bazı demografi uzmanlarının genel eğilimi geçiş süreci olarak tanımlanan demografik dönüşümün uygun iktisadi ve sosyal politikalarla karşılandığı takdirde kısa vadede Türkiye’ye bir takım avantajlar sunacağı yönündedir.

72 Milyon nüfusuyla Türkiye Ortadoğu Balkanlar ve Kafkasların en büyük ülkesi nüfus büyüklüğü açısından da dünya sıralamasında 20. sırada bulunmaktadır. “Burada hemen hatırlanması gereken bir husus, bu “büyük”lüğün sadece “ kalitatif” olduğu, “kantitatif” olarak pek fazla bir şey ifade etmediğidir. Gerçekten de asıl olan sayısal bir büyüklükten ziyade, nitel büyüklüktür ki bu da ilk planda eğitimle ilgili bir sorundur.
İnsanların yaşlılıklarında sorun yaşamaması için günün koşullarında istihdam edilebilir bir eğitim sürecinden geçmeleri gerekmektedir. Günümüzde giderek esnekleşen işgücü piyasalarında eğitimli ek formasyonları olan işgücü profilinin istihdam edilebilirlik düzeyi yüksektir. Bu açıdan Türkiye’nin hedefi nüfus artış hızını kontrol etmekten ziyade mevcut nüfus potansiyelinin nitelikli olmasına gayret göstermek olmalıdır. Önümüzdeki 20 yılda Türkiye yaşlılıktan kaynaklanan sorunlarla ilgilenmek durumunda olan bir ülke olacaktır.
Doğurganlıktaki azalmanın kadın başına 2.1 çocukta ( 2000-2005 yılları arasında ) duracağı kabul edilmektedir.Aynı zamanda ölümlülükteki düşüşün devam edeceği ve beklenen ömrün kadın ve erkek için sırasıyla 76 ve 70.9 yıl olarak sabitleşeceği varsayılmıştır.Kaynak T.C. DİE (1995)


Jeopolitik açıdan
Jeopolitik konum; bir bölgenin veya bir ülkenin yer siyasetine göre, yani siyasi coğrafya haritasına göre, yerinin belirlenmesidir. Jeopolitik konum belirlemede, jeopolitik kriterler alınır. Örneğin, bir ülkenin büyük bir siyasi birliğe yakınlığı veya uzaklığı, içinde olması veya olmamasını belirlemek jeopolitik konum olarak nitelendirilir. Jeopolitik konum, siyasi temeller üzerine oturduğundan, sürekli değişken olan siyasetin özelliğine bağlı olarak değişkendir. Türkiye'nin jeopolitik konumu belirlenirken, dünyadaki güç odaklarını göz önünde bulundurmak gerekir. Bugün için dünya coğrafyasında bulunan güç merkezleri, ABD, BDT, AB, Çin ve Japonya'dır. Türkiye tüm bu güç odaklarının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye'nin jeopolitik konumu oldukça önemlidir. Aynı zamanda Türkiye, dünya coğrafyasında büyük askeri bir güç ve birlik oluşturan NATO'nun içindedir ve güney kanadını oluşturan bir devlettir. Diğer taraftan Türkiye; İslam Dünyası ile Hıristiyan Batı Dünyası'nın karşılaşma bölgesinde bulunan Müslüman bir devlettir.Türkiye, jeopolitik ve jeokültür levhalar üzerinde sınır ülkesidir. Yani batıdan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğudan Asya kültürü ve güneyden Afrika ve Arap kültürü ile sınırlıdır. Dolaysıyla Türkiye, aynı zamanda dünya kültürlerinin kesişme noktasında bulunur. Türkiye, kuzeybatıdan Balkan ülkeleri, kuzeydoğudan Kafkas ülkeleri, doğu ve güneyden Ortadoğu ülkeleri ile sınırlıdır. Türkiye'nin bu bölgelerle tarihi ve kültürel bağları bulunmaktadır. Nitekim bu bölgeler, yakın geçmişte Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde yer almış ve dolaysıyla halen bu bölgelerde önemli miktarlarda Türk nüfusu yaşamaktadır. Türkiye, çoğu Avrupa ülkesinden büyük alanlı birülkedir.
Sözgelimi İngiltere, Almanya, Yunanistan, İsviçre ve Hollanda gibi beş Avrupa ülkesinin toplam yüzölçümleri, ancak Türkiye yüzölçümü kadardır. Türkiye'nin kuzeyinde; Karadeniz, kuzeydoğusunda; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan-Nahçıvan, doğusunda; İran, güneyinde; Irak, Suriye ve Akdeniz, batısında; Adalar Denizi (Ege Denizi), kuzeybatısında ise; Yunanistan ve Bulgaristan bulunmaktadır. Topraklarının kuzeybatı kısmının ortasında Marmara denizi vardır. Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı ile Adalar denizine, İstanbul Boğazı ile de, Karadeniz'e bağlıdır. Adalar denizi güneyde, Akdeniz ile birleşir. Akdeniz ise, batıda Cebel-i Tarık Boğazı ile Atlas Okyanusu'na bağlantılıdır. Bu sebeple, Türkiye'nin üç tarafını çevreleyen denizler, dünya okyanuslarına açılmaktadır. Türkiye ve AB ülkeleri için boğazların büyük bir önemi vardır. Ayrıca İstanbul Boğazı üzerinde yapılan iki köprü (Boğaziçi ve Fatih) ile karadan Avrupa ile Asya birbirine bağlanmıştır. Öte yandan güneyde, Türkiye; Kuzey Afrika ülkelerine çok yakındır. Kısacası Türkiye, Avrupa-Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği konumda yer almaktadır.
Turiz açısından
Türkiye`nin Dünya ülkeleri, özellikle Avrupa Birliği entegrasyonu ile
birlikte Avrupa ülkeleri paydaşında, rekabet edebilirlik anlamında belki de ilk akla gelen alan `turizm sektörü`. 25 AB üyesi ülke turizmden toplam 280 milyar dolarlık gelir elde ediyor. Bu gelir dünya turizm gelirinin yaklaşık yüzde 45`ini oluşturuyor. Yani Dünya insanlarının yaklaşık yarısı Avrupa Birliği ülkelerinde tatilini geçiriyor.
UNWTO (Dünya Turizm Örgütü) istatistiklerine baktığımızda; AB ülkelerinin turizm büyüklüğü, 341 Milyon turist sayısı ile 279 Bin USD seviyesinde. En çok turist çeken Avrupa ülkesi 75.100 Bin kişi ile Fransa, onu 52.430 Bin kişi ile İspanya ve hemen ardında ise 37.100 Bin turist sayısı ile İtalya gelmekte. Türkiye`nin yabancı turist sayısı en son verilerle 17.517 Bin. Eğer ki Türkiye, şuan Avrupa Birliği içerisinde yer alsaydı; turist sayısı ile 7.sırada, 12.125 USD turizm geliri ile 8.sırada yer alıcaktı. Turizm sektörü, AB içinde 8 milyon kişiye iş imkanı sağlıyor ve önümüzdeki 10 yıl içinde 2 milyon iş imkanı daha yaratacağına inanılıyor. AB`li turizm şirketlerinin büyük bir çoğunluğu (% 99) 250 kişiden daha az eleman çalıştıran KOBİ`lerden oluşuyor. Ve Avrupa`nın tüm KOBİ`lerinin % 7,4`ü bu endüstride faaliyet gösteriyor. Önümüzdeki yıllarda AB turizminin ortalama ekonomik büyümenin üzerinde bir büyüme (yıllık ort. % 3) göstermesi bekleniyor. Bu doğrultuda Avrupa turizmindeki beşeri eğilimlere baktığımızda; AB ülkelerinden yurtdışına yapılan seyahatlerin ¾`ü yine AB ülkelerine yöneliyor. AB üyesi ülkelerden Türkiye`ye 2007 yılında 11,5 milyon yabancı ziyaretçi gelmiş olup bu ülkelerden gelen yabancı ziyaretçilerin toplamdaki payı % 54. Aday ülkeler dahil edildiğinde bu ülkelerden gelen yabancıların sayısı 13,3 milyona ve pay da % 63`e çıkmaktadır. Ayrıca, büyük bölümü AB ülkelerinde yaşayan yurtdışında yerleşik 2,8 milyon vatandaşımız da Türkiye`ye uluslararası seyahat gerçekleştirmiştir. Vatandaşlarımız da eklendiğinde Avrupa Birliği`nin toplam turist sayımız içindeki yeri % 60`a yaklaşmaktadır. Türkiye`nin `Avrupa Birliği Adaylığı`nın turizm endüstrisine getirdiği avantajlara baktığımda; Türkiye`nin AB üyeliği adaylığı, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere turizm pazarlarındaki imajı üzerinde olumlu bir etki yapmıştır ve Türkiye`nin ekonomide AB kriterlerine uyum için harcayacağı çabalar ekonomide de daha fazla istikrar anlamına gelmektedir. İç pazarda bu sayede bir canlama yaşanabilir. Bu süreçte turizm endüstrisinin dış pazarlardaki rekabet gücünü de yükseltecektir. Aday ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişimleri için çaba sarfeden AB, turizmi bu hedef doğrultusunda önemli bir araç olarak görmekte ve desteklemekte olup bu nedenle AB`nin Türkiye`ye sağlayacağı yardımlardan Türk turizm endüstrisi de yararlanmaktadır.







KAYNAKLAR

Avrupa Birliği Teorik Makaleler, http://www.ceterisparibus.net/ab.htm.
BASILEVSKY, A. (1994), Statistical Factor Analysis and Related Methods: Theory And Applications, Canada: John Wiley & Sons Inc.
OKTAY, E. (2004), Genişlemenin AB’nin Bazı Sosyal Ve Ekonomik Göstergeleri Arasındaki İlişkiye Etkisi, Erişim: [http://dergi.iibf.gazi.edu.tr/pdf/5206pdf]. Erişim Tarihi: 10.10.2005.
TİSK (2002), Avrupa Birliğine Aday Ülkeler Kıyaslama Raporu TİSK Yayınları, Erişim: [www.tisk.org.tr/yayınlar.asp?sbj=ana8ana_id=23]. Erişim Tarihi: 29.10.2004

http://www.haberler.com/
http://www.cnnturk.com/
http://www.milliyet.com.tr/
http://www.trt.net.tr/
http://www.taraf.com/
http://www.haber.sol.org.tr/
http://www.bigpara.ekolag.net/
http://www.porttakal.com/
http://www.webhatti.com/
http://www.turkcebilgi.net/
http://www.yenisafak.com.tr/